Kentin Yitiği: Müslüman Kimliği

Yazıyı Paylaş

“Aydınlığa çağrı, dünya karanlık ve cehalete, yalnızlık ve tutsaklığa boğulmuşken etkileyiciydi. Gece gündüz ışıl ışıl, yanıp sönen ışıkların tüketiciyi cezp ettiği,ya da ona devletin propagandasını dayattığı büyük bir kentte, O çağrının hala kurtarıcı olduğu söylenebilir mi?” Alaın Touraıne

Modern algı ve Batı dayatması, yönetimsel olarak girdiği toplumları fikren dönüştürürken, bu dönüşüm bütün hayatı da kuşatacak bir boyutta gelişiyor. Dönüşüm önce zihinlerde başlayarak, birey, aile, toplum halkasıyla genişliyor. Bu dönüşüm zihinsel olarak başlattığı ilk adımını, dile, ahlaka, sanata, mimariye, ekonomiye velhasıl hayatın tamamına sirayet ederek zaman içerisinde bir bütün halini alıyor.

Konumuzla ilgili “Kent” olgusuda bu bütün içerisinde bir parçayı teşkil eden önemli bir gerçek. Mahalle hayatından kent hayatına geçiş, Müslümanların üzerinde hiç düşünmediği konuların da başında geliyor. Mescid mezkezli mahalle ve şehirlerden, tüketim merkezli kentlere mahkum olmak, Müslüman’ın zaman, mekan, kar, zarar, üretim, tüketim gibi algılarını da tamamen ya değiştiriyor ya da bocalamasına neden oluyor.

Aslında bu sorun sadece Müslümanım diyenleri değil bütün insanlığın bir sorunu olmakla birlikte, rahatsız edici boyutuyla, dünyayı ıslah etmekle vazifeli olan Müslümanları çok yakından ilgilendiriyor. Yeryüzünü imar ve ıslah etmekle görevlendirilen Müslümanlar, kimliklerini muhafaza etme çabasını güderken, kimliklerini ihraç etme girişimleri de, kentleşme sürecinde toplu konutlarda dairelere sıkıştırılmış sanal dünyanın nesillerine ulaşmakta akamete uğruyor.

Lütfi Bergen, “Büyümeyi ve kalkınmayı yüksek binaların sayısının çokluğuna bağladığımızda kaybetmeye başladık şehri. İnsanların barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla mucizevi bir buluş gibi dört elle sarıldığımız toplu konutları inşa ederken mimari planlarını o evlerde Müslümanların da oturacağını hesap etmeden yaptığımız için kent avucunun içine aldı hepimizi” diyor. Hızın ve tüketimin başat rol oynadığı bu yeni dönüşümde, inançlarıyla, yaşadığı pratiğin tezat teşkil etmesi Müslümanları bir anaforun içine çekiyor. Bu anafor Müslümanı asıl hedeflerine ulaşmasında, toplumsal yapının değişmesinden dolayı sıkıtıya sokarak, yer yer gelgitler yaşamasına da neden oluyor.

Günlük hayata ayak uydurmak zorunda kalması, işi-gücü gereği toplumun ihtiyaçlarına cevap verme çabası, kendisi istemese de hayatını hızlandırmak mecburiyetinde kalıyor. Yaşadığı hızdan rahatsız olsa da, zaman içerisinde bu hızın temposuna ayak uydurmak için kendi kimliğinden bağımsız hareket edebiliyor. Hızlı yaşamak zorunda olduğu hayatında, bu hızdan rahatsız olması, gündelik ibadetlerinde de haz almamasına yol açıyor. Müslüman hayatında ibadetlerinin arasına iş hayatını sıkıştırması gerekirken, iş hayatının arasına günlük ibadetlerini sıkıştırmak mecburiyetinde kalması, ibadetin amaçladığı ihlas ve samimiyeti de ortadan kaldırıyor.

Müslümanların yaşadıkları toplumda bir cemaat olamamaları, bir topluluk oluşturamamaları, inançlarını bireysel olarak yaşamalarına neden olurken, topyekün bir bütün olarak üzerlerine gelen seküler dünyanın akınları karşısında bireysel olarak sağlıklı bir şekilde duramıyorlar. Bir bütün olarak hayatının her yönüyle dönüşen toplum, karşısındaki duran bütün duvarları zaman içerisinde deviriyor. Surda bir gedik açmakla kalmadan topyekün yıktığı değerleri adeta enkaza çevirirken, dünyaya geliş gayesi kulluk olan insan bu enkaz altında ilk kalan olmaktan ne yazık ki kendini kurtaramıyor.

Yeni bir dünya, yeni bir dönüşüm, yeni gelişmeler kendisiyle birlikte ahlakını, düşüncesini, yaşam tarzını, bunların sonucunda ortaya çıkan yeni kimliğini de topluma dayatıyor. İnsanların dönüşümlere paralel olarak birçok kimlikle yaşamak zorunda kaldıkları gözlemleniyor.

Yeni durumlardan biri Kentleşme diye adlandırılan dönüşüm de, kendisiyle birlikte yeni bir toplum kurgusu ortaya çıkarıyor. Dünyevileşmenin ağır bastığı ve bireyselleşmenin hat safhaya çıktığı bu durum karşısında en çok etkilenen de kesinlikle Müslüman kimliği oluyor. Toplum bireyleri her alanda farklı kimlikle arzı endam ederken, sadece kendisi olmak zorunda kalan Müslüman, gündelik hayatında çok yüzlü toplum bireyleriyle muhatap olmak zorunda kalıyor. Aynı kişinin, işinde patron kimliğiyle farklı davranması, evinde baba kimliğiyle başka biri olması, ticaret hayatında değişik bir kisveye bürünmesi, insanların her alanda davranışlarının, hassasiyetlerinin, önceliklerinin farklılık arzetmesi, Müslümanın kendi kimliğiyle kalma çabasını ve bu değişimlere çözüm üretmesini zorlaştırıyor.

Seküler bir dünya düzeni üzerine kurgulanan kent hayatı, ibadetten ticarete, komşuluk ilişkilerinden emeğe birçok alanda Müslümanca yaşamanın önünü tıkadığı gibi, Müslüman kimliğiyle hayatı idame ettirmeyi de neredeyse imkansızlaştırıyor. Bir kasabayı içine alacak büyüklükte inşaa edilen apartmanlar, apartmanların daireleri içine sıkışmış, ailecek yorgun bireyler, kimliğinde komşusunun kapısını çalması gerektiği kodlanan Müslümanı, bu konuda ne yapabileceği hususunda zorluyor.

Gerek geleneksel yapısında gerek tarihi birikimin de gerekse toplumsal iletişim boyutuyla, bütün yeryüzüyle hemhal olması gereken Müslümanlar, hazırlıksız yakalandıkları kentin ışıl ışıl yanan lambalarının ürettiği yeni karanlıkta, kimliğini muhafaza etmek konusunda büyük sıkıntı çekiyorlar.

Bu sıkıntı hangi alanlarda diye düşünülse, ortaya çıkan tablo gerçekten ürpertici bir boyutta. Kent hayatında, adeta ışık hızıyla yaşamaya çalışan insanlar, milyonlarcasının bir gün içerisinde, bir yerden bir yere gitmek zorunda kalması, zamanının büyük bölümünü koşuşturma içerisinde geçirmesi, karşılıklı diyologları da imkansız hale getiriyor.

Hayatın çok hızlı akması, sürekli mekan değişikliği, mekan aynı kalsa da, değişik mekanlardan aceleci, işlerinin zamanına sığmadığı kişilerle muhatap olmak, ister istemez Müslümanın sıkıntılar yaşamasına neden oluyor. Kendisi hayatın hızına katılmak istemese de, muhataplarının aceleciliği ve zamana karşı yarışmaları kişiyi ruhsal ve bedensel olarak yoruyor.

Modern dünya, bir bakıma zamanı öldürme, zamanın akışını adeta durdurma üzerine yoğunlaşmış gibi bir tavır sergiliyor. Herşeyin hızlı olması, herkesin işini bir an önce bitirme telaşı, birini bitirip diğerine yetişme sevdası, insanı bindiği otomobilden, kullandığı bir makineden, ya da kavşakta yanıp sönen trafik ışıklarından farksız bir hale getiriyor. Herşeyin hızlandığı bir dünyada, insanın da bu hıza ayak uydurma çabası, onu ruhsuz, aşksız ve bugüncü kılarak bugünün yorgunluğuyla toplu konutlarda mevcut dairesine atarak, elinde kumandasıyla, kalan zamanını ekran başında geçirtiyor. Maneviyata kapalı bir kent hayatı, hareket halindeki insanların koşuşturmalarına zaman içerisinde ara vermelerini de engelliyor.

Müslümanlar her ne kadar bu hayatın akışına, hızına, tasavvuruna, kurgulanışına itiraz etse de, dirense de, sonuç itibarıyla aynı toplumda yaşadığı için, hedeflediklerine ulaşmakta, düşüncelerini toplumsal bir zemine yayma çabasında büyük sıkıntılar yaşıyor.

Bu sıkıntının ilk boyutu göründüğü kadarıyla toplumla iletişimdeki sorunu olarak tezahür ediyor. Kastetdiğimiz dijital iletişimden öte, sanal dünyayanın iletişimine gark olmuş insanlarla, birebir yüz yüze olamama sorunu. Farklı bir boyuta geçen toplumsal yapı, kent hayatı içerisinde neredeyse tüm işlerini sanal alemde görmekte, bilgi edinme, grup kurma, günlük ticari faaliyetler, ödemeleri v.s. v.s. bütün işlerini neredeyse kimseyle yüz yüze gelmeden halletmekte. Günün olağanüstü koşuşturması sonucu, ailesi için bile vakit ayıramayan insanlarla bir Müslüman olarak iletişime geçmek hayli zor olmakta.

Hayatın baştan sona ibadetten teşükkül ettiğine iman eden Müslüman, kendine ait kimliğiyle kentin devasa bulvarlarına çıktığında, gökdelenlerin arasında dolaşırken, karşısında duran dünyevi haşmetten ister istemez etkileniyor. Kurgulanan kentler ürpertici fiziksel görünümüyle birlikte, işlevi ve sosyo-ekonomik özellikleri açısından toplumu yönlendirmeye dönük olduğu için, akıp giden bir nehrin önünde durmak Müslüman için neredeyse imkansız bir hale dönüşüyor.

Müslüman, kimliğiyle birlikte kentli olarak yaşama konusunda acemilik çekerken, sosyal, kültürel, fiziksel, ekonomik, siyasi, ticari, sanat, karşılıklı diyolog alanlarında alabildiğine kapitalist ilişkiye dönüşen  yaşam sahasında sürekli erezyona tabi kalıyor. Müslüman, kimliğinin ve inandığı dinin tam da buralarda ne işe yaradığını gösterme gayretine girme arzusundayken, gündelik hadiselere müdahil olup olmama tercihinde de terddütler yaşıyor. Baskın kent hayatının, birey kalanlar üzerindeki önlenemez etkisi ne yazık ki Müslüman üzerinde de etkisini her geçen gün artırarak gösteriyor.

Heryerin reklam panolarıyla süslendiği bulvarlarda, kentin içindeki ışıl ışıl mağaza vitrinlerinde, onlarca dönüm arazi üzerine kurulmuş, otoparkları gırtlağına kadar dolu AVM’ler tüketime dönük arzuları tetiklerken, kendisi etki alanlarından uzaklaşma çabası gösterse bile, aile fertlerinden, yakınlarından bu etkinin rüzgarına kapılanların istek ve arzuları, kimliğiyle çatışma yaşamasına neden olduğu gibi, kırılmalarada yol açabliyor.

Kent hayatının genel olarak güzergah çizgisinin iş ve konut arasında olması, kazanırken daha çok kazanma isteğini dürtmesi, hızı artırıp zamana olabildiğince daha çok eylemi sığdırması, hayata biraz ara verme gibi bir düşüncesinin bulunmaması neredeyse bütün toplumu hastalıklı bir konuma getirmiş, sıkıntılı bir yaşam alanı ortaya çıkarmıştır. Bu ortam, Müslüman’ın kendi kimliğine ait değerleri bu yaşam alanlarında muhafaza etme konusunda da büyük kaoslar yaşamasına neden olmaktadır. Hayat, önüne geçilmez hızla akarken, bir tanıdıkla biraz muhabbet, biraz hasbihal etmenin de imkansızlığı rahasız edici boyuta çıkmakta.

İş yerinizde ya da camide namazınıza duracağınız anda, çok aceleci bir müşterinizin gelmesi, sizin zamanınız olsa bile, karşınızdaki kişinin zaman fakirliği, huşu ve ihlasla yapmak istediğiniz ibadetinizi olmusuz etkilemekte. Günlük hayatın olumsuz birikimleri, zaman içerisinde üst üste yığıldığında, cematinden yoksun Müslümanın gelecek kurgusunda sağlıklı bir yol izlemesine engel oluyor. Bu yüzden, Müslümanın dünyevileşmiş bir kurguda, asıl dünya olan ahirete dikkat çeken sesi çok cılız çıkmakta ya da duyulmamakta.

Geçmişi tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olarak kurgulanan kent yaşamı, köksüz  bir yapıyla geleceğin imarına engel olarak, Müslüman zihinlerin kimliklerine yakışır bir dünya oluşturma çabalarına ket vurmakta. İnsanlara sürekli olarak kendisiyle uzlaşmayı dayatan bu yeni hayat tarzı, muhataplarından sınırsız tavizler vermesini isterken, kendi kurgusunu bu tavizlerden aldığı özgüvenle sağlamlaştırmakta. Müslüman kimliğinin kendisine verdiği dirençle bir karşı duruş sergileme tavrını gösterirken, yeni yaşam tarzını içselleştirmese de, ayak uydurmak zorunda kalıyor.

Bu gün sanırım Müslüman kimliği için asıl korkutucu olan, siyasi yapılar, hükümetler, başkanlar, başbakanlar değil, kapitalist ideolojinin önü alınamaz doyumsuz istekleri karşısında, itiraz eden bir kimlik sahibi olunsa da, sonucunda ayak uydurmayı kabul etmektir. Ayak uydurmak, bütün itirazları geçersiz kılan bir işleve sahiptir. Müslümanın kimliğinin ne işe yarayıp yaramadığı, karşısındakine benzememek için dirense bile, ona uygun davranıp davranmadığıyla orantılıdır.

Uygun davranmak, aslında istenen yere gelmek olarakta yorumlanabilir. Sonuçta sizden istenen, düzene uymanız, uygun davranmanızdır. Bugün olmasa bile gelecek için Müslümanları bekleyen en büyük tehlike, ret ettiklerine uyum sağlama tehlikesidir. Artık uyum sağlamanın sonucunda, yaşadığınız hayat sizi rahatsız edici boyuttan çıkıp normal bir tarza dönüşecektir.

Büyük kentlerin yollarında, toplu taşıma araçlarında ya da özel otonuzda, bir yerden bir yere akıp giderken, akıl almaz hıza yetişme çabası, çoğu zaman kimliğinizin aracın torpito gözüne girmesine neden olacak veya sabah evinizden çıkarken kimliğinizi bırakarak çıkacaksınız. Kent kurgusu ve o kurgunun yaşam tarzı “Tul-i Emel” arzusunu sürekli körükleyecek.

Müslümanlar kendine özgü kimlikleriyle hangi alanda yaşarsa yaşasın o kimliklerini korumak mücadelesi vermelidir. Bunun nasıl olacağı konuşulmalı, tartışılmalı, çözümlemeler üretilmeldir. Çözümlemelerin üretilmesi Müslümanların üzerine farzdır. Haramlara gark olmuş bir gavur gibi yaşayan toplum içerisinde, haramsız ve Müslümanca yaşamak imkan dahilinde değildir.

 

 

yakupdoger@tashih.com.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir