Düşünce Tarihinde ve İslam’da Ahlâk

Yazıyı Paylaş

AHLÂK

İnsan davranışlarının temelinde sahip oldukları inanç, gelenek ve düşüncelerinden doğan ahlâki ilkeler bulunmaktadır. Doğru veya yanlış olsun, iradi olarak yapılan her davranış ahlâki bir harekettir.

Ahlâk anlayışı, tüm dünyada coğrafi bölgelere, geleneklere, doğaya, yaşam şekline ve dini inanışlara göre değişiklik gösteren bir kavramdır. Her toplumda kabul gören bu farklılıklar, diğer toplumlarda olmadığı halde kabul görmüşçesine yadırganmaz.

Bazı ülke yada bölgelerde kadınların vücutları inançları gereği örtülü olmalıdır. Buralarda bir kadının üstü çıplak bir şekilde toplum içine çıkması ahlaki sayılmadığı gibi teşhircilikle bile suçlanabilir. Dolayısıyla sadece ahlâki olarak değil, yasal olarak da suçlu sayılır. Afrika’nın bazı bölgelerinde kadınlar toplum içinde üstsüz, çıplak olarak yaşamlarını idame etmelerine rağmen bu doğru kabul edilip, yadırganmaz.

Yine dünyanın bazı bölgelerinde erkekler sayısız eş edinebilirken, diğer bölgelerde bu uygun görülmez.

Bazı toplumlarda ise evlilik dışı cinsel ilişki ve kadın ile erkeğin evlilik dışı beraber yaşaması normal karşılanırken, başka bazı toplumlarda ise bu davranışı ölüm ile cezalandırılabiliyor.

Çok ilginçtir ki, Monaco gibi kumar oynamanın kanunlarla yasaklandığı bir ülkede, kendi halkını bundan uzak tutmayı başarmışken, sayısız kumarhaneleri dünyanın her yerinden müşteri toplamaktadır.

Bu örneklerden sonra aklımıza şu sorular takılıyor;

Doğru olan kurallar hangileridir?

Ahlâk göreceli midir?

Ahlâki kuralların ölçütleri nelerdir?

Tarih boyunca insanoğlu, atalarından görüp öğrendikleri süregelen bu alışkanlıklarını, hiç yadırgamadan, sorgulamadan ve sonraki nesillere aktararak sürdürmeye devam ederler. Hümanist bir yaklaşım, bunların hepsini doğru kabul edebilir. Bu yaklaşımlara baktığımızda ahlâksal değerlerdeki bu farklılığın tek hakemini, sadece toplumların benimsediği gelenekler olarak kabul edildiğini görebiliriz.

Aslında,  tarih boyu ahlâki ilkelere, farklı kaynaklar gösterilmiştir. Bu kaynakları genel olarak din ve din dışı olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Din dışı kaynaklar genellikle filozoflar tarafından kabul edilen akıl, toplum ve vicdandır.

İnsanların davranışlarına yön veren ahlaki ilkelerin ne olduğu tarih boyu tartışılmış, bazı filozoflar veya felsefi ekollerce bu esaslar tespit edilmeye çalışılmıştır.

Gazali(Miladi 1058)’ ye göre güzel ahlâkın iki şartı vardır. Birincisi kalbin Allah sevgisinden başka her şeyden arındırılması, ikincisi kalbin Allah’ın marifeti ile doldurulmasıdır (Kazanç, 2007. s.258).

Ona göre güzel ahlak bu ikisini içinde toplayandır.

“Ahlâk” diyor Gazali: “Nefiste yerleşmiş bir melekedir. Ondan herhangi bir fikri zorlama olmaksızın  (insan) eylemleri kolaylıkla ortaya çıkar.” Ona göre akıl ve din açısından övülen ve güzel sayılan işler bu melekeden meydana gelirse, buna güzel ahlâk, kötü işlerden gelirse, ona da çirkin ahlâk denir. Kimi filozoflar da insanlara  mutluluk getirecek bazı ahlâki ilkeler ortaya koymuşlardır. Tabi bunlar arasında evrensel ahlak yasasının varlığını kabul edenler ve reddedenler olmuştur. Bunları biraz örneklendirmeye çalışacak olursak;

Evrensel Ahlâk yasasını reddedenler:

1.Haz Ahlâkı (Hedonizm)

Hedone eski Yunancada haz ve zevk anlamına gelmektedir. Hedonizm ise, hazcılık demektir. Haz veren şey iyi acı veren şey kötüdür. Bunların dışında kalanlar önemsizdir. Yaşamın amacı en yüksek iyiye ulaşmaktır.

Epikuros (MÖ 341-270), 

Epikuros’a göre; insan, tanrı ve ölüm korkusundan kurtulmalıdır. İnsanın tabi amacı hazzı yakalamaktır. Maddi hazlar manevi hazlardan önce gelir. Haz bir anlık acısızlıktır. En yüksek erdem bilgeliktir. İnsan bilgelik sayesinde hazları ayırt edebilir.

2.Fayda Ahlâkı

Faydacı ahlâk, bir eylemin ahlaksal olarak doğruluğunun, en çok insana en yüksek düzeyde mutluluğu sağlamasına bağlı olduğunu savunan görüştür. İyi, faydalı olandır. İyi, bireye sağladığı faydaya göre değişecektir. Evrensel bir ahlak söz konusu değildir. İngiliz düşünürler J.Bentham ve S.Mill bunun savunucularıdır.

3.Bencillik (Egoizm)

Egoizm genel anlamıyla bireyin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ile ilgilidir. Ben sevgisinin önde tutulduğu anlayıştır. Thomas Habbes’a göre hayvanlar gibi insanlarda içgüdüleri ile yönetilmektedir. İnsanı yönlendiren iki içgüdü vardır. Kendini sevme ve kendini koruma. İnsan doğası gereği bencildir. Ahlâkta egemen olan çıkardır. Mutlak iyi mutlak adalet yoktur.

4.Anarşisizm

Gündelik konuşmada, halk dilinde anarşist denildiğinde “her türlü düzene başkaldıran”, “hiçbir düzeni tanımayan ve istemeyen” kişiler anlaşılır ve bu anlama biçiminin geçmişi Fransız Devrimi’ne kadar uzanır. O dönemde var olan toplumsal düzeni yıkmak ve değiştirmek isteyen kişiler için kullanılan bu olumsuz niteleme, zamanla gündelik dile de yerleşmiştir. Oysa anarşizm, sanılanın aksine bir toplumsal düzeni hedefler, fakat anarşizmin idealize ettiği toplum düzeninde devlete yer yoktur. Toplum hayatı ile ilgili düzeni ve toplumsal değerleri reddeder, kişisel iradeyi egemen kılmak ister.

Fr.nietzche (1844-1900)

Nefret, kıskançlık, açgözlülük ve her şeyi denetim altına alma arzusu gibi duygular yaşam şartlarını belirleyen ve yaşamın sürdürülmesine ilişkin yöntemler içinde özellikle ve mutlaka bulunması gereken duygulardır. Bugüne kadarki değer sistemleri, ahlak anlayışları insanın zayıflığına dayanan köle ahlâklarıdır. Sıradan kişilere ve korkaklara yarayan bu ahlaktan kurtulmalıdır. Vicdan ahlâkı yerine güç ahlakı konulmalıdır. Yapılması gereken bütün ahlak anlayışlarını yıkmak, yerine kuvvete dayanan bir efendi ahlakı koymaktır. Bunu güçlü iradenin temsili üstün insanlar başaracaktır. Bu yaklaşım, gücü en yüce iyi durumuna getirmektedir.

Nietzche’nin ahlâk anlayışının, günümüz ahlâk anlayışıyla bağdaştırılabilecek bir çok yönü bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Evrensen Ahlâk yasasının varlığını kabul edenler:

Utilitarist (Faydacı ahlâk)

J.Bentham (1748-1832) ve Stuart Mill (1806-1873) ahlak yasasını öznel özelliklerin belirlediğini savunmuşlardır. Onlara göre insan doğası gereği hazza yönelir, acıdan kaçınır ve mutluluğu arar. Kendisi için yararlı olan iyidir. Ancak insan bir toplum içinde yaşıyor. Diğer insanların eylemleri benim yararıma da olmalı. Benim eylemlerimde başkalarının yararına olmalıdır. Olabildiğince çok insanın, olabildiğince çok mutluluğu göz önünde tutulmalıdır. Yalnız tek insan için değil, herkes için faydalı olan yasa kabul edilmelidir.

Henri Bergson (1859 – 1941)

Doğru bilgi gibi doğru eylemin ölçütü de sezgidir. İnsan sezgisi ile iyi ve kötüyü kavrayabilir. Bergson ahlâkın sezgi ve zeka olmak üzere iki kaynağı olduğunu ileri sürer. Zekanın oluşturduğu ahlâk “kapalı toplum ahlakıdır.” Bu ahlakta yasaklayıcı kurallar egemendir. Bir insanın özünün zeka ile kavranamayacağını ileri sürer. Zeka ve analiz ele aldığı ve kavramsallaştırdığı varlığın yalnızca çok kısıtlı bir yönünü görür. Sezgi ahlakı ise; sezgi ve özgürlüğün egemen olduğu “açık toplum ahlâkıdır.” Burada kurallar değil örnekler önemlidir.

Sokrates (MÖ 469-MÖ 369)

Ahlâki eylemin amacı mutluluktur, kaynağı ise bilgidir. Yalnız bir iyi vardır: Bilgi, bir de

kötü: Cehalet. Hiç kimse bilerek kötülük etmez. Kötülük bilgisizliktendir. Bu durumda

bilgili olma ile erdemli olmayı aynı şey olarak belirler. Erdemli olan birey aynı

zamanda mutludur. Buna mutluluk ahlakı (Eudaimo-nizm) denir.

Platon (MÖ 427-MÖ 347)

Platon’da idealar varlığın asıl formlarıdır. İdealar aleminde bir sıralama vardır, en üstte iyi idea’sı yer alır. Bir eylem iyi ideasına uygunsa iyi, değilse kötüdür. Her insan İyi ideasına yönelmeli ve eylemlerini iyi ideasına uydurmalıdır. Platon, algıladığımız dış dünyanın esas gerçek olan idealar ya da formlar dünyasının kusurlu kopyaları olduğunu, gerçeğe ancak düşünce ve tahayyül yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, insan ruhunun ölümden sonra beden dışında kalıcı olan idealar dünyasına ulaşacağını söylemiştir. Görüşleri ortaçağda İslam filozofları tarafından korunmuş ve İslam düşünce dünyasındaki Yeni Platonculuk akımına neden olmuştur.

Farabi (870-950)

İnsanın amacı hayır’a ulaşmaktır. En yüksek iyi mutluluktur. Mutluluk insanın bilim, felsefe ve sanatla uğraşmasıyla elde edilir. Akıl bir eylemin iyi ya da kötü olduğuna karar verebilir. İnsan iradesi de seçme gücüne sahiptir. Seçme akılla olur. Varlığı ve evreni bilmek, insanın kendisini bilmesini amaçlar ve insan kendisini bilme ile evreni ve varlığı bilebilir. Buda en yüksek mutluluktur. “Hiç bir şey kendi kendisinin nedeni olamaz. Çünkü nedenin kendisi, oluşandan öncedir.” Fârâbî, ahlâkî erdemleri ve aşağılıkları belirli bir huydan oluşan eylemlerin tekrar edilmesiyle alışkanlıkla yerleşmesinden dolayı huyların değiştirilemeyeceğini düşünüyor. Ahlâkî erdemleri ve aşağılıkları, huyların iyi olup olmamasına bağlıyor.

Ona göre faziletli amaç için en faydalı nesne düşünme erdemiyle birlikte keşfedilir. Fârâbî, düşünce erdemlerine örnek olarak, hikmet, akıllılık, anlayış yetkinliği gibi erdemleri sıralar. Ahlâkî erdemler, ise iffet, yiğitlik, cömertlik ve adalet gibi istekle ilgili olan erdemlerdir. Bu erdemlerin ise alışkanlık ile edinildiğini söylüyor. Bu sebeple ahlâkî erdemlerin kazanılmasını düşünce erdemlerinde olduğu gibi insani bir çabayı gerektirdiğini belirtiyor (Özgen, 1997: 86).

Baruch Spinoza(1632-1677)

Panteist bir filozoftur.(Panteizm evren ile tanrıyı bir tutan anlayıştır.) Spinoza Tanrı kavramını aramaz; doğrudan doğruya Tanrı idesini mutlak, yani değişmez, bir çıkış noktası diye baştan kabul eder. Bu noktadan hareketle sistemini kurmaya girişir. Sistemin genel amacını belirtmek istersek de bu “Tanrı’yı bilmek” olacaktır. Evren ve Tanrı tek ve aynı varlıktır. O’na göre insan tutkular ve düşünce ikilemi içinde yaşar. Tutkular ruhun karışık ve bulanık yanını oluşturur. Bunlar güçsüzlük erdemsizlik ve yetkisizlik halleridir. Tutkular içinde insan bir köledir,

Düşünce durumunda ise özgürdür. Özgürlük erdemdir. Ahlâkın ödevi düşünce ile tutkuları yenmektir. Ahlâki hayat aklın tutkulara karşı savaşıdır. İnsan özgürlüğe yalnız bilgi ile ulaşabilir. Bilmek ise var olan olarak algıladığımız her şeyin tanrının özünden doğduğunu bilmektir. Yaratıcı doğa ile yaratılan doğa aynıdır. Tanrıyı bilmek düşünsel bir sevgiyle sevmek anlamındadır.

İslam ise dünya-ahiret mutluluğunu sağlamak üzere insanların davranışlarını belirleyen bir takım emir ve yasaklar vaz’etmiştir. İslam bu emir ve yasaklarla bir toplum, bir nizam kurup yeni bir düzen ve sistem oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu emir ve yasaklar Kur’an ve Sünnet’de genişçe ele alınıp, bazı ayet ve hadislerde de bu emir ve yasakların genel itibariyle dayandığı temel ilkelere işaret edilmiştir. Şimdi bu ilkeler üzerinde ayet ve hadislerin ışığında duracak olursak;

İSLAM’DA AHLÂK        

Ahlâk “hulk” kelimesinin çoğulu olup yaratılmak, karakter, tabiat, meleke, huy, iyi ve kötü alışkanlıkları ifade eder. Yaratılış, fıtrat, karakter ve huy gibi kavramlar daha çok kişinin kendisi ile ilgilidir. İffet, adalet, sabır ve tevazu gibi kavramlarda sosyal ilişkilerle ilgilidir. İslam, insan ahlakının  bu iki boyutunu dengeli bir şekilde sürdürmesini gerekli kılar. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır;

“Nefse ve onu düzgün bir biçimde yaratıp düzenleyene, ona kötülükleri ve takvasını ilham edene yemin olsun ki, nefsini maddi ve manevi kirlerden temizleyen, kesinlikle kurtuluşa erecektir. Onu günahlara gömende elbette ziyana uğrayacaktır.” (Şems süresi,7-10)         

Güzel ahlâk, Müslümanın sosyal ilişkilerinde, fakiriyle zenginiyle, üst ve alt tabakasıyla, siyahıyla beyazıyla, Arabı ve Arap olmayanıyla bütün insanlara eşit davranma erdemini öğreterek farkındalık oluşturur. Zira adalet, iyilik, merhamet gibi sıfatlar Müslümanın kâfir veya Müslüman herkesle iletişimde olması gereken asil bir davranıştır. Yüce Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyurmuştur; “Allah, sizin ile din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever.” (Mümtehine Süresi,8 )           

Ancak Allah (c.c.) bize kâfirlerle dost olmamamızı ve onlar halâ şirk ve küfür üzereyken, onlara sevgi beslememizi de yasaklamıştır. Şu ayet bu noktaya dikkat çekmektedir; “Allah, yalnız sizinle  din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlara dost olursa, işte zalimler onlardır.”( Hücurat süresi,9 ) Ayrıca Resulullah  (s.a.v.) den bizlere gelen, çevreye, bitkilere ve hayvanlara güzel ahlâk ile muamele etmemizi emreden birçok hadis olmuştur.

İslam, bütün aile fertleri arasındaki ilişkilerde, güzel ahlâkın önemini vurgular. Hadis-i şerifte Resulullah  (s.a.v.) “Sizin en hayırlınız ailesine en hayırlı olanınızdır. Ben aileme karşı sizin en hayırlınızım.” (Tirmizi-3895 )  buyurmuşlardır.

İnsanların en faziletlisi olan Hz. Peygamber, ev işleri ve diğer tüm konularda ailesine yardımcı olmaya çalışırdı. Hz. Aişe de bu durumu şu şekilde teyid etmiştir; ”Peygamberimiz ev işlerinde hanımlarına yardım ederdi.” (Buhari-5048) 

Allah’u Teala, ticarette helal-haram demeden aşırı tutku ve hırsları, güzel ahlâk kuralları ile dizginleyip disiplinize etmek için, bir çok kural koymuştur; “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun.” (Mutaffifin,1-3)  

“Allah, alış-verişinde ve muamelesinde müsamaha (hoşgörü) gösteren kişiye merhamet etsin.” (Buhari-1970 )    

“Sizden biriniz bir iş yaptığında onu sağlam ve en güzel yapsın.” (Beyhaki-5313)

Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Münafığın üç alameti vardır.” dedikten sonra bunlardan birini “Söz verdiğinde sözünde durmaz.”  (Buhari-33) olarak zikretmiştir.

Ahlâk konusunda İslam’da istisnalar yoktur. Her Müslüman savaş alanında dahi güzel ahlâkı yerine getirmekle sorumludur. Hedefin ve gayenin yüceliği, yanlış yöntemleri haklı kılmaz ve onun yanlışlığı ve fenalığını da gidermez. Peygamber efendimiz ve sahabe-i kiram döneminde bunun bir çok örnekleri olduğunu görüyoruz. Konu ile ilgili aşağıdaki ayet ve hadisler yolumuzu aydınlatacak nitelikte olacaktır kanaatindeyim;

“Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adil olun, bu Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır.”( Maide,8 )        

Müslümanların halifesi Hz. Ebubekir, Usame bin Zeyd’i Şam ordusuna komutan olarak gönderdiğinde, ona şöyle tavsiye etti; “Sizlere on şeyi yapmanızı emrederim; Hainlik etmeyin, aşırıya gitmeyin, anlaşmanıza aykırı davranmayın, ölülerin kulak ve burun gibi organlarını kesmeyin, küçük çocuğu öldürmeyin, yaşlıyı ve kadını öldürmeyin, hurma ağaçlarını yaralamayın ve yakmayın, meyve veren ağacı kesmeyin, sadece yemeniz için koyun, inek veya deve kesin. Sonra sizler öyle kavimlere uğrayacaksınız ki, onlar kendilerini rahip hücrelerinde ibadete adamışlar. Onları da öldürmeyin.”(  İbn-i Asakir,2-50 )

Güzel ahlâk insanı temizler, arındırır. Onun için iyi bir davranışta bulunan kişi, kendini rahat hisseder, manen kötülüklerden arındığına inanır. Tıpkı maddi hayatımızda temizlenmeye ihtiyaç hissettiğimiz gibi, manevi hayatta da kötülüklerden kurtulmaya ihtiyaç vardır. Sadece kötülükleri terk etmek yeterli değildir; yerine iyilikleri koymak gerekir. Bu sebeple Peygamber efendimiz “Bir fenalık yaparsan, arkasından iyilik yap, fena işi silip götürsün.” buyurmuşlardır.

Güzel ahlâk ve iyilik hem temizlenme ve arınma vasıtasıdır, hem de mutluluğun kaynağıdır. Üstelik bu mutluluk öyle bir mutluluktur ki, Allah’ın emri ve Peygamberin yolu doğrultusunda tüm Müslümanlara hem dünya mutluluğunu sunar hem de ahiret mutluluğunu sunar. Çünkü güzel ahlâk azalan, gelen geçen yada kaybolan bir duygu değildir. O kalbe yerleştiği zaman kemale erişmek ister ve dolayısıyla tüm çevremizi de etkileyip dönüştürmeye başlar.

Muhaddisler Peygamber efendimizin yüce ahlâkını anlatırlarken şu şekilde tasnif etmişlerdir;

1-Açıkta ve gizlide Allah’tan korkmak

2-Rıza ve gazap hallerinde dahi, adaletten ayrılmamak

3-Zenginlikte ve fakirlikte iktisadı ve itidali elden bırakmamak

4-Akraba, alakasını kesse bile, onlarla alâkayı kesmemek

5-Kendisini mahrum edene dahi ihsan etmek

6-Kendisine zulmedene bile af ile muamele etmek

7-Sükûtunun tefekkür olması

8-Konuşmasının zikir (Hesabı hatırlatmak) olması

9-Gözleminin ibret almaya dair olması ( İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, xvı,252/5838)

Hz. Huzeyfe (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre efendimiz şöyle buyurmuşlardır;

“İnsanlar iyilik yaparlarsa bizde iyilik yaparız, şayet zulmederlerse bizde zulmederiz diyerek, her hususta başkalarını taklit eden şahsiyetsiz kişiler olmayınız! Lakin kendinizi, insanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kötülük yaparlarsa mukabele etmemeye alıştırınız.” (Tirmizi, Birr, 63/2007)

Yine buyururlar ki ;“Kardeşinin uğradığı felaketi, sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle kurtarır da seni derde mübtela kılar.”( Tirmizi, Kıyamet, 54/2506)   

Hadislerde ve ayetlerde anlatıldığı şekil ile, Müslümanlara hayırlı huylar ve yüce vasıfların kazandırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur;

“Ben yüce ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”( İbn Hanbel, Müsned, 2/381)

Seyyid Kutub’un (Allah ondan razı olsun) Nahl suresi 90-93’ncü ayetleri tefsir ederken yaptığı açıklamalarına, bize yol göstermesi açısından değinmek istiyorum;

90- Allah size adaleti, iyiliği, akrabalara yardım etmeyi emreder. Çirkin davranışları ve iğrençlikleri yasaklar. Sözünü tutasınız diye O, size öğüt verir.

91- Allah’a söz verdiğinizde verdiğiniz sözü tutunuz. Pekiştirdiğiniz yeminlerinizi bozmayınız. Çünkü söylediklerinize Allah şahit tutmuş oluyorsunuz. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.

92- Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayınız, böylece eğirdiği yünü sağlam iplik haline getirdikten sonra tekrar tel tel çözen kadın gibi olmayınız. Çünkü Allah sizi bu yolla sınavdan geçirir. Kıyamet günü aranızdaki anlaşmazlık konularını size açıklayacaktır.

93- Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Sizler yaptığınız işlerden kesinlikle sorguya çekileceksiniz.

 Bu kitap bir ümmet meydana getirmek, bir toplum düzenlemek, sonrada bir dünya kurmak, yeni bir sistem oluşturmak için geldi. O bütün insanlığı kapsayan evrensel bir çağrı olarak geldi. Bu çağrıda herhangi bir kabile, bir ümmet ya da bir ulus öncelikli değildir. İnsanlar arasındaki bütün bağlar, sadece ve sadece inançtan ibarettir. O’nun için Kur’an toplumun ve toplumların dayanışmalarını, fertlerin, milletlerin halklarını huzurunu, ilişkilerin, vaatlerin ve sözleşmelerin güvenilir hale getirilmesini garantileyen ilkeler getirmiştir. Bu kitap adalet ilkesini getirmiştir. Bu ilke her fert, her toplum ve her millete aynı muamelenin yapılacağı garantisini getiriyor. Buna göre, insanların arzuları doğrultusunda eğilim gösterilmesi, sevgi ve öfke gibi duygulardan etkilenilmesi, evlilik ya da soydan kaynaklanan akrabalığa, zenginlik ve fakirliğe, güçlülük ve zayıflığa göre herhangi bir ayrıcalık tanınması söz konusu değildir. Kısacası adalet herkesin aynı ölçüyle değerlendirilmesini ve aynı tartıyla tartılmasını gerektirir.

Öte yandan, adaletli davranma ilkesinin yanında, iyilikte bulunma ilkesine yeni bir yaklaşım kazandırıyor. Kalpler arasındaki sevgi bağını güçlendirmek ve sıkıntılı gönüllere su serpmek için bazı haklarından vaz geçmek isteyenlere birde bir yarayı tedavi etmek ya da bir fazileti elde etmek için kendisine vacib olan adaletinde üstünde bir insanlık örneği vermek isteyenlere kapı aralıyor.

Gerçekten “ihsan” yani iyilikte bulunma kavramı, anlam bakımından daha geniştir. Çünkü her güzel iş ihsandır. İhsanı emretmek, her işi ve karşılıklı her muameleyi kapsamaktadır. Dolayısıyla hayatın tüm alanlarını, yani kulun rabbiyle, ailesiyle, toplumla, hatta tüm insanlıkla olan ilişkilerini içine almaktadır.

Akrabalara yardımda bulunma hususu da ihsanın bir türü olduğu halde ayette ayrıca belirtilmesi öneminin büyüklüğünü göstermek ve pekiştirmek içindir. Öte yandan bunu İslam’ın aile taassubuna değil, genel olarak benimsediği ve aşamalı olarak yerleştirmeye çalıştığı dayanışma ilkesine bağlaması, bu konudaki anlayışına uygun düşmektedir.

Sure’nin akışı, ahde bağlılığı pekiştirmeye, bu geçici dünyanın bir takım hazır menfaatlerini elde etmek için yeminlerin aldatma, hile ve göstermelik güven havasına yayma aracı olarak kullanılmasını yasaklama konusu üzerinde durmaya devam ediyor. Ahitlere bağlı kalınmadığı takdirde psikolojik ve toplumsal hayatın temellerinin yıkılacağı, inançların, insanlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sarsılacağı uyarısında bulunuluyor. Ayrıca ahde bağlı kalmayanları, ahirette başlarına gelecek büyük bir azapla korkutuyor.

Allah’u Teâla yarattığı insanı yeniden şekillendirirken, toplumla ilişkilerini de düzenleyip, kusursuz hale getiriyor. Lakin insan, ne zaman cahiliye adetlerini bir kenara bırakıp, Allah’ın boyası ile boyanırsa o zaman bunun tadına varmış olacaktır. Netice itibariyle yarattığı insanı ve toplumu en iyi tanıyan ve bu mekanizmanın kusursuz çalışma prensiplerini en iyi bilen Allah’u Tealadır. Müslüman, kâfir, müşrik ayırmaksızın ilişkilerin düzgün işleyişi açısından bu kuralları maddeler halinde ve ayetlerle incelememizde büyük fayda olacaktır. İşte manevi hayatımızda bizlere şekil veren, bizleri dosdoğru kılan ilâhi kurallar;

Adalet, Adil Olmak:

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” Nisa, 4/135.

“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.” Nisa, 4/58.

“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” Maide, 5/8.

Doğruluk:

“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!” Fussilet, 41/30.

“Allah şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” Maide, 5/119.

Sabır:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” Bakara, 2/155-156.

Hz. Peygamber (s.a.s); “Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür” (Buhârî, Cenâiz, 32)

Sözüyle sıkıntı veren bir durumla ilk karşılaştığı zamandaki sabrın önemini vurgulamıştır.

İyilik yapmak ve Güzel Söz Söylemek:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” Fussilet, 41/34.

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” Nisa, 4/36.

Sözün güzel söylenmesinin önemi ise bizlere şöyle bildirilmektedir.

“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.” Bakara, 2/263.

Emanete riayet

“Muhakkak Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emreder.” (4/Nisâ, 58).

“Emaneti gözeten ve ahdlerine riayet eden kimselerdir.” Mü’minun,23/8

“Onlar ki emanetlerine ve sözlerine riayet edenler.” Mearic,70/32

Kardeşlik bilinci

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha karşı gelmekten sakının size merhamet edilsin .”Hucurat 49/10

İnfak Etmek ve Yardımlaşmak:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”  Bakara, 2/274.

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” İsra, 17/26-27.

“…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” Maide, 5/2.

“Allah’a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükafat vardır.” Hadid, 57/7.

Tevazu:

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” Furkan, 25/63.

İffetli Olmak:

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…” Nur, 24/30-31.

Görgülü olmak

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık

verin .” Nisa,4/86

Alay Etmemek:

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” Hucurat, 49/11.

Sözünde Durmak:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” Saff, 61/2-3.

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.” Nahl, 16/91.

Bağışlama (Affedicilik):

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Teğabun, 64/14.

“Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” Al-i İmran, 3/159.

Zandan Sakınmak, Gıybet Etmemek ve Kusur Araştırmamak:

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” Hucurat, 49/12.

İftira Etmemek:

“İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.” Nur, 24/23-24.

“İnanan erkek ve kadınları yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apacık bir günah işlenmiş olur.”  Ahzap,33/58

Yalan Söylememek:

“Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.” Nahl, 16/105.

“…Artık putlara tapma pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının.” Hac, 22/30.

“Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler!” En’am, 6/21.

“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” Nahl, 16/116.

Kibirli Olmamak:

“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.” Lokman, 31/18.

“İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.” Kasas, 28/83.

“İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!” Mü’min, 40/76

Cana Kıymamak (Adam Öldürmemek):

“…Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…” Maide, 5/32.

“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” Nisa, 4/93.

Haksız Kazanç ve Rüşvetten Uzak Durmak:

“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” Nisa, 4/29.

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.” Bakara, 2/188.

Cimrilik ve İsraf Etmemek:

“Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”  Al-i İmran, 3/180.

“Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.” Araf, 7/31.

“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” Furkan, 25/67.

Gösteriş (Riya) Yapmamak:

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” Bakara, 2/264.

“İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar.” Maun, 107/4-6.

İçki İçmemek ve Kumar Oynamamak:

“Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” Maide, 5/90-91.

Zina ve Fuhuştan Uzak Durmak:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” İsra, 17/32.

“Rahmanın İyi Kulları, Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.” Furkan, 25/68.

Bozgunculuk (Fesat) Çıkarmamak ve Haset Etmemek:

“Ki (bunlar) Allah’ın ahdini onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar işte bunlardır.” Bakara, 2/27.

“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır.” Rum, 30/41.

De ki:”Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım, Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden, Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!” Felak, 113/1-5.

Sonuç:

Tarih boyunca insanoğlu toplumda sosyal düzeni sağlamak adına bazen gelenekleri, bazen alışkınlıkları bazen de aydınların ve filozofların ortaya koyduğu yöntemleri benimsemişlerdir. Kimi filozoflar bunu faydacılıkta, kimisi ise ben anlayışında aramıştır. Kimisi tanrıdan ve ölüm korkusundan kurtulmayı esas alırken, kimisi de bunun tanrıyı bulmakla olacağına inanmış ve Tanrıyı evrende aramıştır. İyi, sezgi ile kavranır diyende olmuştur. Bilgi ile diyende ;

İslam ise iyilik, karakter, adalet, sabır ve tevazu gibi kavramların fıtrata ekilen bir tohum olduğunu ve bunun yeşermesinin Kur’an ve Peygamber örneği ile sulanarak yeşereceğini iddia ediyor. Netice olarak da bunun sadece birey ve toplumu değil, toplum için inşâ ettiği yeni dünyada bir sistem oluşturup, evrensel çağrısı ile tüm insanlık için gerekli olan sosyal adaleti de garanti ettiğini iddia ediyor.

Müslüman bireyin ise burada üzerine düşen, her yaptığı işi Kur’an ve sünnete danışarak yapıp, tereddütlerinde Müslüman kardeşleriyle istişare etmesidir. Davetçi olduğunu unutmayıp İslam’ı anlatırken, güzel örneklik sergileyip, Müslüman kardeşlerine de iyiliği emredip kötülükten nehyetmekten geri durmamasıdır. Böylece İslam toplumunun tohumlarını ekmekle kalmayıp, hâkim olan yeni düzenin kapısını da aralamış olacaktır.

Faruk Akyüz

 

 

f.akyuz@tashih.com.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir