En önce hayallerimizi geri kazanalım

Yazıyı Paylaş

“Biraz hayal kurmak tehlikeliyse, bunun çözümü daha az hayal kurmak değil, daha fazla ve her zaman hayal kurmaktır.” Marcel Proust

İnsanoğlu için hayal etmek hep en önemli motivasyon kaynağı olmuştur. En karanlık dönemler, en sıkıntılı anlar bile “bir gün” ile başlayan bir cümleyle katlanılabilir hale gelir.

Hayal etmek aslında görünen ve olasılığı daha yüksek olan sonuçların dışına çıkabilmektir. İki kere ikinin dört etmesini düşünme mekanikliğinden kurtulmuş ve daha az olası seçeneklerin olabilirliğini düşünür hale gelmişseniz hayal etmeye başlamışsınız demektir. Ve evet hayal etmeyi hüsrana uğramakla yanyana düşünmekte gerekir. Fakat yinede hayal etmek ister istemez umudu da beraberinde getirir. Varolanı değiştirmeyi; ıslah etmeyi yada bütünüyle yeniden inşa etmeyi barındırdığı için hayal etmek bizi kuşatan “realiteye” karşı duruşun ilk zemini, ilk cephesidir. Yahya Kemal’in deyimiyle bu alemde “yaşamak” isterse insan, hayal etmeyi öğrenmelidir.

Düzenle hesaplaşan, sadece mahallenin / ülkenin kabadayılarıyla ve haramzadeleriyle değil dünyayı demir bir cenderede sıkan, adeta tüm değerlerini birbirine benzeştirerek eriten / metalaştıran / metalikleştiren çağın karanlığına karşı çıkan her dirençli insan için hayal etmek “umudu taşımak” için geçilmesi gereken bir durak, atılması gereken bir adımdır. Kitaplar dolusu bilgi yada kalabalık yığınlar hayal ve umut ile reaksiyona sokulmadığında hiçbir anlam ifade etmezler. Bu nedenle aslında hayal etmek Einstein’in dediği gibi bilgiden çok daha önemlidir. Ve belkide bu nedenle modern dünyanın en şiddetli taarruzları insanın “hayal etme” kapasitesini sınırlamaya yönelik. Sıradanlığa alışmış, muhafazakarlaşmış, mevcut olanı itirazsız kabullenmiş modern bireyin gerçek anlamda kendisi için belirlenmiş sınırları sorgulaması pek olası değil aslında. Hayal etmeyen, daha doğrusu yaşadığı dünyanın ve hepimize dayatılan “sıradanlığın” sınırlarını aşacak bir düşünce ufkuna sahip olamayan “birey” haliyle kendisini kuşatana teslim olur. Bu yüzden hayal gücünü yitirerek dünyevileşen insan yaşadığı anın / düzenin hiç geçmeyeceği hissine yuvarlanır. Gerçeğin, yaşadığı şu anın yine şimdi geçip bittiğini düşünmemek, uçucu olduğunu göremeyerek sonsuzluk vehmine kapılmak aynı zamanda dünyevileşen insanın zihin mekanizmasıdır da.

Dünyevileştikçe özünü ve izini kaybeden insanın bu kimlik bunalımı aslında modern bireyin açık bir varlık problemidir. Üstelik bu varlık problemi sadece uhrevi olanın hayattan tecrit edilmesi sonucunu doğurmaz, gerçek anlamda insanı hayatın bir öznesi olmaktan vazgeçirip nesnesi olmaya razı da eder. Hayal edemeyen, kendisini kuşatan uçucu dünya ile teskin olamasa da ona karşı itiraz edecek takati kalmayan insan işte tamda yaşadığımız çağın insanı, daha doğrusu “birey”idir. Kuşkusuz bu birey tanımının bugüne dek Müslümanı çok kapsamadığını, kendini isteyerek yada gayri-iradi biçimde moderniteye teslim eden “cahili bir kitle” ile ilgili olduğunu düşündük. İslam’ı hayatının her alanına taşıma gayretine girişmiş; hatta ondan bir hareket tesis etmiş ve siyasi bir iddiaya sahip Müslümanların modern bireyin “anlam ve kimlik” bunalımına düşmediğini varsaydık. Gerçektende düzenin ceberrut yüzünü saklamadan gösterdiği günlerde bu varsayımımızı haklı çıkaracak birçok gerekçemizde vardı.

Ancak sonra birşeyler değişti. Müslümanı kaale almayan, alay eden, sopasını gösteren sistem onu uzlaşı masasına davet etti. Bu süreci nasıl anlamlandırırsak anlamlandıralım sonuçta son dönemde başlayan bir yakınlaşmayı ve bir teması hepimiz izledik. Dün sistemi topyekün değerler üzerinden eleştiren ve küfri olmakla suçlayan Müslümanlar birden bire aktörlerin değişmesiyle tavırlarındaki görece netliği yitirdiler. Müslümanca bir görünüm, namaz kılan figürlerin artması, sistemin eski jakoben imajını bir kenara bırakarak islami motiflerle süslenmesi üstüne birde mağduru oynaması zaten çokta sağlam olmayan muhalif duruşumuzu / şahitliğimizi bütünüyle paramparça etti.

Ve şimdi yeni yeni farkediyoruz ki aslında eskiden beri hayal dünyamız bize dayatılan sınırların ötesine geçen bir zindeliğe ve cesarete sahip değilmiş. Modern bireyin varolanın ötesinde bir dünya düşlemesine engel olan mekanik / dünyevileşen zihin az yada çok bizlere de sirayet etmiş. Bugün hayal ederken, ideal bir dünya tarifi yaparken bile reel-politiğe saplanıyor olmamızın başka türlü bir izahı olabilir mi?

İtiraf edelim, başörtüsü için olanca gücümüzle çabalarken bile biz, eğitim sistemine karşı topyekün bir karşı çıkışı, bal gibi modernitenin ürünü olan “okul”un meşruiyetini sorgulamayı çoğu zaman hiç hayal etmedik. TSK’nın zorbalıklarına sesimizi yükselttik ama askere giden nesillere “durun, nereye gidiyorsunuz?” diyecek cesareti yakın zamana kadar kendimizde bulamadık. İsrail’in Filistin’deki her katliamında kardeşçe üzüldük ama kendi coğrafyamızın geçmişiyle yüzleşmeyi bu kadar önemsemedik.  Öz eleştirimizi yapalım: hayallerimiz modern birey kadar kirlenmiş ve sınırlandırılmış aslında. Üstelik bu durum bugün ortaya çıkmış gibi görünsede sinsi bir hastalık gibi öteden beri karakterimizin bir parçası. Küçücük bir şehir devletiyken elleriyle inşa ettiği mescidin her tuğlasına “yıkılsın kisranın sütunları” hayalini / duasını / ümidini iliştiren bir peygamberin takipçileri olarak bizler hayallerimizde bile bu kadar cesur olamadık çoğu zaman.

Acıtıcı ve hatta kışkırtıcı gelebilir bu ifadeler. Ancak herhangi bir tarafı, cemaati, yapıyı işaret ederek değil bu coğrafyada Müslümanca yaşamayı dert edinmiş kişiler olarak hepimizi, herkesi kapsayan bir özeleştiridir bu. Batıl bir sistemin / devletin / tağutun üreteceği hayra umut bağlamış, kendi dertlerinin çözümü için artık kendinden doğacak bir dirilişe inancı kalmamış müslümanların sayısının artıyor olması bu nedenle çokta ilginç değil. Doğal ve haliyle olağan bir süreç yaşıyoruz.  Hayaller teslim alındıktan, realiteye boyun eğmek düşlere sirayet ettikten sonra umudun ve hareketimizin canlılığını koruması mümkün değildi zaten.

Amacım umutsuzluğu yaymak, zaten atalete sürüklenmiş durumumuzu birde bezginlik ile daha da zorlaştırmak değil. Ancak yeniden bir diriliş, bir varoluş çabasına girişmek için en önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Fikirleri, eylemleri, metodları yeniden değerlendirmeliyiz. Geçmişe dönüp dersler çıkarmak, eksiklerimizi ortaya koymak bizi küçültmek yerine güçlendirecektir muhakkak. Ama herhalde ilk adımı önce “hayal etmek”le atmalıyız.

En önce hayallerimizi geri kazanmalıyız.

Yazıyı Paylaş

murat@hezarfenmedya.com

2 Yorum

  1. atilla topaktaş Reply

    Kıymetli kardeşim, yazının ana başlığı ve içeriği düşünmeğe değer , (bu önce yağlayıp sonra yere vurma girişiminde bulunulan bir cümle değil ) Yalnız bura da hayal etmek modern dünyanın yok ettiği değil yönlendirdiği bir şey ehli fasığa ,cahile , protestan dindarlara uyguladığı bir şeydir.Aslında onları hayalsiz bırakmıyor dünyevi bir çok hayalle başını meşkul ediyor mesela insanlar iyi bir tatil , araba , yazlık ……… hayal ediyorlar , bütün hayatlarını bunlara göre ayarlıyorlar protestanlar bu dünyevi değerlere kavuşmak için kitaplarında kesin ifadelerle haram olan faize bile bulaşmayı meşru görür haldeler.Benim görebildiğim burada gayba iman eksikliğidir. Kendine müslüman sıfatı yakıştıran insanlar Allahın gaybına iman etimyorlar, bir gün cennetle buluşma ümidleri yerine oyun ve oyalanmadan ibaret olanı seçmekte ısrarlılar. Nedir bizi bu dünya zevklerine Allahın emirlerini tercih ettiren ; sadece Allahın gaybına imandır. Allahın her ayetinde bizim için bir hikmet vardır , modern aklımıza yatmasa bile bizim için o son sözdür. Bu gün kaçımız dünyanın bir oyun , oyalanmadan ibaret olduğu sonucuyla oluşturduğumuz havf ve reca arasında bir yaşamı tercih ediyoruz , hangimiz çocuğumuza kafirlerin gözünde iyi bir eğitim dediği şeyleri yapmaktırmaktan imtina ediyoruz , hangimizin kadınları kocalarını evlerinin imamları ve kavvamları görüyor ve yalnızca onlara süsleniyor, hangimiz telefonunun markası karısının kontürü kadar ……….. .Burda bir iman sorunu bir akaid sorunu vardır insanlar neye düğüm atmış neyle el sıkışmış bu karışmıştır. İman ettim diyenler Allahın dinini yükseltmeye çalışmıyor ,Allahın diniyle kendi yükselmeye çalışıyor (Osmanlı geleneği olsa gerek). Sözü daha fazla uzatmadan, ben senin insanların hayalleri yok derken ;Allaha güvenleri yok , iman ettikleri Allahın her şeye kudreti olan bir Allah olduğuna iman etmiyoru anlıyorum . Selamlar .yazın için teşekkürler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir