Niye İndin Hira’dan?

Yazıyı Paylaş

Niye indin Hira’dan?

İletişim araçları hayatı etkisi altına aldığı kadar hızlandırıyor, önceden kurgulu bilgilerin görsel etkinliğiyle yayılıyor, yeryüzü çapında etkisini artırıyor. Bu imkanla tüm insanlık benzer bir forma sokuluyor, esasa dokunmayan küçük detaylar hariç benzer düşünmeyi, benzer ideal peşinde koşturmayı ve benzer yaşam tarzını benimsetiyor.

Bu hız dolayısıyla çok sürmeden erkek ve dişi robotlarla rekabet etmek zorunda kalacak başka bir dünya, hayat, insan ve yaşam biçimine tanık olacağız. O sosyal evrenin insanı, artık başka bir varlık olacak. Post Modern evrenin tarihselciliği, bilimciliği, çoklu hakikatciliği, bireyciliği o aşamada işe yaramayacak ama ömrü vefa ederse “Kur’an’cılık” o yaşam biçimini ve sosyal aşamayı da ayetlerle meşrulaştırmanın yolunu bulacak!!

Müslümanca düşünmeyi, dünyaya ve varlık alemine Müslümanca bakmayı unuttuğu için günümüz sosyopolitik ve iktisadi şartlarıyla bağlı olmak kaydıyla düşünmeye alışık olanlarımızın bir kaç şekle has kıldığı dindarlık deizme ve nihilizme çıkmıştı. Sanırım daha ötesine yol gözüküyor yeni geçilecek aşamada.

Hatırlanırsa medeniyet, fizik dünyadan kopuk irfani boyut çerçevesinde anlaşılan şimdiki söylemin içi boştu. Konuşulan kavramlar şeklen İslam’ı andırıyor ama içeriği modernist gavur bakışı açısının doldurduğu muhteva ile örülü, çevrili..

Burayı kavrayamadığımız her zaman diliminde teknik teknolojik gücü, biriktirilmiş serveti, sayısal çokluğu, askeri gücü ve maddi refahı elde etsek de, cahili insan tipi, cahili toplumsal yapı, cahili devlet olmaktan kurtulamadık..

Bu tür sosyal aşama ve süreçlerin tipik göstergesi, kafirlerle dostluk kurmaktır. Bununsa dile gelen yanıyla insanı “Human” merkezli tanımlayıp dini, dili, rengi vs ayırmadan eşit ve kardeş olarak görmek oldu. “Önce insan olmak” safsatası bu yolda seyretmenin işaret taşlarını gösterdi..

Yolumuz buradan “tekfirciliğe” mi çıkar? Düalist düşünmeye kurgulanmış zihnin ilk tepkisi bu olacaktır. Doğaldır!

Hakikatin Kur’an ile son defa inzal edildiğini, insanlardan Allah’a güvenip mümin olana düşenin bunu işitip itaat ederek zihnen arınması, şeklen teslim olması ve Müslümanlaşıp muhsinleşmesi beklenir. Dolayısıyla Müslümanlaşmış bir zihin, elbette Allah’ın bildirdiği sınırlarda olmak kaydıyla insanlarla münasebetler kuracaktır; komşuluk, ticaret, meslek, siyaset vs ilişkiler gibi.

Müslümanın eminlik vasfı, adalet temelli tutumu, nanköre karşı tavrı vs bu münasebetlerde ortaya çıkacak; Hz. Muhammed’in, insanların elinden ve dilinden zarar görmediği kişi diye tarif ettiği şerefli kişilik bu. Düalist düşünmenin kategorize ettiği ya o ya bu şeklinde kavrayışın ifsat olduğunu kavramak için dahi Müslümanca düşünmeye ihtiyacımız var..

İnsanoğlunun klasik ama esaslı sorusudur malum; nereden geliyoruz, şimdi neredeyiz, nereye doğru gidiyoruz. Cevaplar, en temelde düşünceyle irtibatlıdır, düşüncenin doğru olup olmadığıysa onun kaynağıyla irtibatlıdır. Bizim için doğru olan şüphesiz kitap ve sünnet kaynaklı düşüncedir. Doğru olduğu kadar anlamlı ve değerlidir. Kendisine güvendiğimiz, getirdiği kitaba inandığımız aziz peygamberimiz böyle öğretti bize..

Bu ülkede dün komünizme karşı durmak için ‘İslam’da sosyal adalet’ indirgemeciliğini, ‘İslam medeniyeti’ safsatasını, fizik dünyadan ve reel gerçeklikten kopuk ‘manevi iklim’ ve ‘irfani boyut’ gibi metafizik teolojiyi alıp satanlar, yayanlar vardı. Onlar şimdi Seyyid Kutup’dan, Ali Şeriati’den, Mevdudi’den, Humeyni’den, Malcolm’dan hızla kurtulmaya bakıyor. Çünkü yaşadıkları maddi dünya hayatı, bu evrendeki sosyal hayat, iktisadi ve siyasi işleyişi, bu işleyişe dayalı münasebetler, böyle yapmalarını gerektiriyor.. Neden böyleler?

Kur’ani uyarı ve ifadeyle yaşadıkları fesat yüklü hayat nefislerinin hoşuna gitti. Ellerinde kitap olduğu halde diğerlerine hakkı hatırlatmıyorlar çünkü arlarında dostluk ilişkisi buna engel oluyor..

Modern zihin, bilimsellik ve rasyonalizm temelli kavrayış ve elbette tarihselcilik bunlara bir dönem meşruiyet kazandırdı. Yapıp ettiklerinde ve etkinliklerinde haklı olduklarını düşündürttü. Bu halleriyle Hz Muhammed gelmezden hemen öncesi ‘Hanifler’ diye adlandırılan insanları andırıyorlar. Hatırlanırsa akıldanelerinin bir kısmı bu kavramı sıklıkla kullanıyor, hallerine referans gösteriyor.

Oysa o haniflerden risâlet zamanına erişenler Hz. Muhammed’i tasdik etmediler. İçlerinden biri Müslüman oldu, o da Habeşistan’da irtidat etti.

Selam ona olsun (onun yolundayız), Osman b Maznun var. Seçkin bir sahabi. İstisna biri. Mümin topluluğun liderlerinden. Siyer kitapları onu da haniflerden olarak tanıtıyor. Şayet o hanif idiyse onun hikâyesini, yaşam tarzını, mücadelesini bilmek gerek. Hangi yanıyla, vasfıyla haniftir o, bilmek gerek.

Bu Hz Osman, Mekke döneminde çok yiğit bir mümindi. Müşriklerden beri olmuş, bunu açıkça ilan etmişti. Habeşistan Hicret’inin ilk lideri, keşif kolu reisiydi. Öncülük edenlerin başındaydı. Orada diplomatik ilişkiler kurar, ticaret yapar, Hz. Muhammed’in “adamı” olarak hareket ederdi. Sıklıkla Mekke’ye gelir gider, kâfirlerle çatışırdı. Bir keresinde onu çok kötü fena dövmüşler, dayısı müşrik lider Velid’din eman verip koruma talebini reddetmişti. Eşi Havle annemiz de yiğit bir sahabeydi. Hatice anamız vefat ettiğinde Peygamberin henüz küçük çocuklarına bakıyordu..

Hz Osman birçok dil bilen, çok kitap okuyan, çok ibadet eden biriydi. Dünyayı iyi tanıyordu. Bu gün bizim elimizde olmayan kutsal metinleri okuduğu söylenir; Hz Davud’un kitabı mesela..

Hey gidi hey! Şimdi Osman B. Maznun’u tanımayan bir Türkiyeli dindar, çok rahat haniflik dolmasını yutar.

Hanifmiş. Haniflermiş.. Bu haniflik tezgahı açanlar Hz İbrahim’in kavmiyle kurduğu münasebetten hiç bahsetmezler nedense! Oysa şirkten arındırılmış saf, tertemiz manasına ‘hanif tevhid’ dininin en meşhur temsilcisiydi o. Bu dini hayatına, yaşantısına, toplumuyla kurduğu münasebetine, ez cümle kendi çağındaki reel gerçeklikle imanını bütünleştirmişti o mübarek..

Yerli ve çağdaş haniflerin öncülerinden biri, Hz İsa’nın havarilerini örnek aldığını söylemişti. İftiranın böylesi ne duyuldu ne görüldü. Bu ağır ithamı anlamak için ilk üç nesil havarilerin Roma ile nasıl münasebet kurduğunu, nasıl mücadele ettiklerini bilmek gerek.

O vakit daha Hristiyanlık yok ortada. Kur’an’ın övdüğü İseviler var. Hz. Peygamberden de önce bunlar. Bir defasında Medine’de iken Hz peygamberin “kitap ile sultan ayrılacaktır. Kitaptan yana olursanız sizi öldürürler, sultandan yana olursanız dininizden olursunuz.. Nasıl yapalım ya Resulullah dediklerinde, İsa’nın havarileri gibi yapın..” demişti. Elbet bu hadisin tümünü, bağlamını ve hikâyeleri bilinen havarilerin Roma devletiyle münasebetlerini bilmek gerek. Onlar Roma’ya itaat etmeyen, bağımsız cemaat halinde yaşayan, bu sebeple nesiller boyu katliamlara uğrayanlardı..

Nereye geldik? Bu gün bu din nüfuz, statü ve servet biriktirme aracı oldu. Kim yaptı bunu? Hıristiyan teolojisini İslam’a aktaran ‘hanifler-havariler’ ilk sıraya girer elbet..

50’lere kadar bu ülkede Müslümanlık önemliydi. Hayat memat meselesiydi. Acze düşüp itaat edenler hariç ya baş kondu ya da kaçıldı buradan. O yıllarda Osmaniye’de Mehmet Yazar adlı bir müftü, Seyyid kutuptan nakiller yaptığı, Kur’an sünnet temelli İslam anlattığı için bir Cuma namazı çıkışında ‘linç’ edildi.. Onun o gün söylediklerini bu gün sokakta, medyada, derneklerde, okullarda, TV kanallarında herkes söylüyor. Aradaki bir fark olmalı değil mi? Özünün itaat meselesi olduğunu anlamak gerek!

O kuşaktan Hatip Erzen diye bir Müftü var. Malatya şehrini alt üst etmiş. Saidler yetişmiş. Bu akıma karşı Necip Fazıl’ı öne çıkartmışlar. Ercüment Özkan devam ettirdi o kuşağı. Fakat onu da hadis inkarcısı diye damgalayıp izole ettiler. Bu gün İslamcı geçinen çoğunluk Ercüment Özkan’ın ve diğerlerinin uğrunda var olduğu İslam’a “takla” attırdılar. Bunu yaptıkları için kültürel sosyal siyasi iktidardan pay alabiliyorlar.

Manevi iklim, irfani boyut, medeniyet, sanat damarı, Medine sözleşmesi, sivillik, adalet devleti, Amerikan tarzı sekülerlik vs rastgele seçilmiş kavramlar değildi. Zihinler kodlandı bunlarla. Fizik hayattan, dünyadan, toplumdan, ticaretten, hukuktan, siyasetten kopuk bir irfan! Hıristiyan metafiziği bu.

Ne diyerek yola çıktı topluma öncülük eden liderler? ‘Nurlusu nursuzu, tarikatçısı siyasetçisi, yazarı çizeri..’ Önce ahlak ve maneviyat. Sonra refah ve saadet. Nasıl ulaşılacaktı buraya? Pozitivist bilim rehberliğinde sanayileşme ve kalkınmayla..

Altında ne vardı bunun? Kemalist baskıcı laiklik yerine Anglosakson tipi laiklik. Buna erdi 80’lerin kuşağı. Kişi laik olmaz devlet laik olur dediler. Bu türlüsü Kur’an’ileştirildi de. Devleti, yapısallığı, niteliği ve meşruiyeti tartışamadı bu zihin. Artık Amerikan tarzı sekülerliği sorun dahi etmiyorlar.

Kamusal alanda görünür olmak, dünya sisteminden meşruiyet kazanmak yetti. İktidar oldular. Ne oldu? Kapitalist serbest pazar ekonomisine, evrensel insan haklarına, özgürlüklere, demokrasiye abdest aldırıp namaz kıldırdılar.

Okullara Kur’an, Arapça ve siyer dersi konduğu vakit dünyadan bihaber Kemalistler çılgına dönmüştü. Ülkeye şeriat geliyor çığlığı atıyorlardı. Dindarlarsa mutluydular.

Hiç unutmam, Kur’an talebeleri daha ne istiyorsunuz diyordu. Adil olun.. Bu işi ilk çözen liberaller ve demokratlardı. Çünkü dünyanın nereye gittiğini biliyordu bunlar. Onlardan Ahmet Altan diyordu ki,

“Korkmayın! Şeriat geldiği falan yok. Olanı biteni iyi anlayın. Bu güne kadar Türkçe okutulan Atatürk ilke inkılapları bundan sonra Arapça okutulacak. Hepsi bu..” Kim haklıydı? Dindarların Atatürkçülüğü yeniden keşfettiğine bakılırsa cevap belli..

Niye böyle? Yahut niye değil, bazılarına sürpriz gelen ne? Bu sonuç olması gereken değil mi?

Müminin ferasetinden korkun demişti, Hz Ömer.  Vay anasını! Daha baştan olup biteni çözemiyorsak başımıza gelene razı oluruz..

Bari diyorum, içimizden akıllı olanlarımız, baştan olmasa da sonuçtan hareketle çöze şu işi. Çözse de tecrübeyi olsun dikkate alsak. Gelecek nesillere kötü misal olmasak..

Elinde Kur’an olanın zihninde İslami tarih şablonu yok. Hangi şartlarda nasıl hareket edeceğine dair yol haritası yok. Çünkü sünnetsiz.. sünnetsiz navigasyon..

Öyle olunca şartlara göre şekillenmekten kurtulamıyoruz.

Şartlara direnmenin adı dünyadan uzaklaşmak oluveriyor nedense!

Dünyadan uzak durunca neye yakın olacağız? O bizi kurtaracak mı?

Bazen diyesim geliyor! Ey Hz Muhammed;

Niye indin Hira’dan? Orada kalıp irfanla, maneviyatla, ruhaniyatla uğraşsaydın ya! Okuyup dursaydın gelen vahiyleri! Ne işin vardı dünyada? Kötü insanların arasında? Nene lazımdı Kureyş’in inancı, örfü, kavmiyetçiliği, ticareti, siyaseti, atalar yolu da, uğraşıp durdun?

Hıristiyan keşişleri ne güzel yapıyordu; çilehanesine giriyor, dünyadan uzak duruyor, bir hırka bir lokma geçinip gidiyordu.. Kentlerde Kilise papazları sekülerliği meşrulaştırmış rahatına bakıyordu..

Onlarında rahatını kaçırdın topluma karışarak, uyarını yaparak ey Hz Muhammed! Hele yok mu sana teklif edilen krallığı, serveti, güzel eşleri geri çevirmen! Bari bunu yapmasaydın!

Bak tii 1500 yıl sonra bizim de kafamızı karıştırdın!

Yazıyı Paylaş

huseyinalan35@hotmail.com

1 Yorum

  1. İrfan Yalçınkaya Reply

    Hira’da yana yakıla aradığı cevapları almaya başlayan son elçi, elbette “ballar balını bulmuş”tur artık, “kovanı yağma olsa”, “Mekke ve çevresi”ndeki dünya karşısına dikilse ne olur. O son nefesine kadar elinden geleni ardına koymadan yaptı. Bugün bu iş bizimdir, sizindir, hepimizindir. Uyarıcı, düşün-dürtücü ve ufuk açıcı yazılar için teşekkürler. Hız kesmeden ve sabırla devam.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir