Müslümanca Bakmayı Unuttuk mu?

Yazıyı Paylaş

Modernite herşeyi sadece karmaşık hale getirmekle kalmıyor aynı zamanda “dahada karmaşıkmış” hissini de bize vehmediyor. Savaşların, işgallerin ve adaletsizliklerin gerisinde yaşanan politik hesaplar ve ayak oyunları toplum olarak hepimizi öylesine paronayaklaştırdı ki hiçbir nispet ölçümüzden emin olamaz duruma geldik. Belkide bu nedenle çevremizde yaşananlara insani tepkiler vermek yerine sayısız parametreler üzerinden hesaplar yapmaya ve zihin okumaya kalkıyoruz. “Kandırılmamak” gibi doğru ve haklı bir gerekçe üzerinden ne yazıkki kimseye inanmayan, herşeyi karikatürize ederek yapaylaştıran garip bir ruh hali üzerimize sirayet etmiş durumda. Bu hastalıklı bakış Kobani ile başlamış değilse bile Kobani ile bu durumu daha net idrak edebildik. Yapay sınırların  az ötesinde yer alan bir kasabayı kendisiyle hiçbir biçimde ilişkilendirmeyen yada göstermelik bir alakayla yetinen “ulusçu” kafa sadece “laik”lerin refleksi olmadığını da böylece öğrendik.

Elbette süreci okumak; kürtlerin haklı taleplerini kendi tekeline almış gibi görünen PKK ile ABD’nin kaos ortamının bir ürünü ve İslam’la irtibatı son derece sorunlu olan IŞİD arasında doğru bir değerlendirme yapmak çok kolay değil. Buna birde öteden beri süregelen milliyetçi refleksler, küresel hesaplaşmalar ve algı operasyonları eklenince adaletli bir duruş sergilemek daha da güçleşiyor. Üstelik AKP’nin belirsiz ve çıkar odaklı Ortadoğu politikaları ile tüm kürt hareketlerine karşı –ulus devlet olmanın bir gereği olarak- düşmanca yaklaşımı bu kafa karışıklığını da besliyor.

Egemenlerin siyasi söylemleri bütün toplumu öylesine zehirlemişki zalimlerden bir zalim beğenmek dışında bir seçeneğimiz yokmuş gibi davranılıyor. Üstelik bu durum Kobani ile de sınırlı değil. Suriye ve Irak’taki onlarca Kobani Esed, Işid veya benzerleri tarafından düşürülürken, Şengal’de toplu katliama bir adım kalmışken tepkilerin mensubiyetlere ve cemaatlere göre kolayca değişebildiğini gözlemledik. Oysa özellikle müslümanların mazlumiyet esaslı bir bakış yerine mensubiyet esaslı bir yaklaşımı kendi karakterlerinde barındırmamaları gerekiyordu.

Elbette henüz çoğumuz ölümlerden zevk alacak; vahşeti kendi gözleriyle gördüğünde tepkisiz kalacak kadar alçalmadık. Esir edilenleri vahşice katletmeyi, ABD ve koalisyonunun kirli ellerinin bu topraklara değmesini makul kabul edenler hala sayıca azınlıkta. Ve evet cinayetlerin, vandallığın, yağmaların, infazların ve hedef ayırmaksızın herşeyi terörize etmenin meşru bir fayda üretemeyeceğini de biliyoruz. Ancak buna rağmen hissizliğimizin ve yaşanan insani dramları kağıt üzerindeki sayılar veya siyasal hesaplaşmalar üzerinden tanımlama eğilimimizin üzerinde de düşünmeliyiz. Kuşkusuz bu durumun bir çeşit akıl tutulması olduğu ortada. Dahası, Müslümanca düşünme kabiliyetini kaybetmenin doğal bir sonucu. İslami referanslara yaslanarak fıtrata uygun bir akledişi gerçekleştiremediğimiz için tepkilerimizden de adalet / merhamet sadır olmuyor.

Oysa müslüman zalimin zulmüne çok basit ve temel bir refleksle karşı çıkar. Hz. Peygamber’den ve Kur’an ahlakından bunu öğreniyoruz. Elbette çevreyi ve koşulları doğru okumaya yardım edecek, feraseti arttıracak faktörleri dikkate almak durumundayız. Hatta tepkilerimizin uzun vadeli geri dönüşlerini de hesaba katmalı, üslubumuzu buna göre güncellemeliyiz. Ancak tüm bu etkenler adalet ve merhamet ölçülerimizi elimizden alıyor, temel perspektifimize telafi edilemez zararlar veriyorsa burada durmak durumundayız. Ülkelerarası siyaset veya çatışan gruplar arasındaki politik duruş mazlumlara el uzatma ve kucaklama noktasında Müslümanı geride bırakamaz. Hiçbir gerekçe din veya milliyet ayrımı yapmaksızın acil ve yakıcı olan acıların dindirilmesi sorumluluğunu Müslümanın üzrinden alamaz, almamalı. Mensubiyetlerimiz, cemaat bağlarımız yada duygularımız hiçbirimizi sorumluluklarımızdan azade kılamaz. Bu nedenle henüz geç değilken tavır ve tercihlerimizi nasıl belirlediğimizin muhasebesini yapmak durumundayız.

Yazıyı Paylaş

murat@hezarfenmedya.com

1 Yorum

  1. FUAT KINA Reply

    Eyvallah abi Allah razı olsun.
    Mensubiyet odaklı değil, mazlumiyet odaklı bakmalıyız gerçekten.
    Bugün malul olduğumuz birçok hastalık da buradan neşvü nema buluyor galiba.

    Adaleti tesis etme vazifemiz doğrudan tevhid’den, Allah’tan başka bir merciye hesap verme kaygısı duymamaktan, bir hesabın olacağı bilincinden kaynaklanıyor. Böylesi tarih ötesi bir mücadele; coğrafyaya, zamana, kültürlere ve hatta ideolojilere hasredilmemeli. Dolayısıyla her an dinamik ve yeniden kimlikleri aşmaya müsait bir sorgulayıcı akıl mahfuz tutulmalı.

    Yani müslümanca bakmayı unutmamalıyız.

    Bununla birlikte ufak bir şerh düşeyim; içersinde bulunduğumuz asrın zulmünü tanımlamaya yardımcı olması dolayısıyla çoğunlukla “modernite” mefhumundan faydalanıyoruz. Fakat karşılaştığımız zulümler, maruz kaldığımız yozlaşma, yahut tahrifat, tıpkı mücadelenin kendisi gibi tarih ötesi bir boyuta sahip. Yani esasında “modern adam” dan önce de insan olmaktan kaynaklı benzer hasretlerimiz vardı ve bazen moderniteye fazla fokus olduğumuzda zulmü ve tarihötesi mücadeleyi fazlasıyla zamansallaştırıyormuşuz gibi geliyor bana.

    Zamansallaştırmak aktörleri ifşa etmek açısından kıymetlidir esasen, ve cevabımızın insanlarla iletişimini kuvvetlendirebilir. Ama modern dediğimizde belli bir döneme atıf yapmakla birlikte kimseyi de kast etmiş olmuyoruz. Havada kalabiliyor yani.

    Nacizane not düşeyim dedim abi, eline sağlık.

    Vesselam.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir