Üç Meselesiz Ufkumuz

Yazıyı Paylaş

1… Tanzim Satış Sistemi

A: Sosyalist idealle yola çıkan sosyal demokrat belediyelerce 70’lerde denenmiş, dönemin iktidarı tarafından desteklenmiş, yokluk ve karaborsayı tetiklemiş bir tecrübeydi..

Onca yıl sonra aynı yola girip “kira, eleman, vergi, risk” yükünü sırtlanmış esnafı haksız rekabete zorlayıp hem itibarsızlaştırma hem de işine ‘el atmakta’ ne?..

Dünya kurulalı beri ticaret serbestti. Her ülkede, toplumda serbest oldu. Teknoloji hep ortaktı. Öyle ki hangisi üretimi ve ticareti baskı altında tutmaya kalktıysa, onun siyasi ömrü kısaldı..

Ta ki,

B: “Kapitalist” serbest ticari sistem denen vurgun ve soygun düzeni icat olana, ulus devletlerin bu sistemi koruyup desteklemesine ve sermayenin tekelleşip kurumlaşmasına kadar.

Uzağa gitmeye gerek yok, tek başına ülkelerdeki ulusal gelir dağılımına bakmak kâfidir. Her ülkedeki kaymak tabakanın nüfusun %5’ini oluşturduğunu hatırlatmak yeterlidir..

Bu sistemde hammadde dahil üretimden tüketiciye kadar uzanan süreçte her aşamanın ve teknolojiden markalaşmaya kadar her şeyin tekelleşmesi söz konusudur..

Üretim sürecinde gerekli her şeyin toplamı demek olan sermaye, bu sistemde finans tarafı ve markalaşma dahil her alanda ve süreçte tekelleşti. Kurumlaştı.

O kadar ki teşvikleri, vergi muafiyetlerini, tahsisleri almak ve dahi krizlerde kurtarılma dahil her konuda özel statüye kavuştu..

C: Şayet siyasetin finansmanında bu tekellere muhtaç ve mahkûm kalmadıysanız,

Halkın yükünü omuzlamış çiftçi, nakliyeci, halci ve esnafla uğraşmayın. Bunları itibarsızlaştırıp rekabet edemez hale getirmeyin. İthalatla terbiye edip işinden soğutmayın.

Onun yerine devletlerin en temel varoluş sebeplerinden ‘düzenleyici’ olma unsuruna geri dönün. 2015 yılında Merkez Bankasının hazırladığı raporda ‘tekelleşip rekabeti bozan marketing’ sistemine el atın..

Akaryakıtta rafineriden çıkış fiyatıyla pompaya yansıyan fiyat arasındaki yüksek vergi farkını gözden geçirmeyi de ihmal etmeyin; bazen halkta denetleyici olma vasfını hatırlar!

2… 1995 yılıydı

Almanya ziyaretindeydim. Japon bir otomobil markası Alman otomobillerinin sunduğu teknolojiyi ve rahatlığı yarı fiyatından da aşağı ve hem de uzun vadeli taksitlerle sunup kampanya başlatmış, her şehirden bir hayli ilgi görüp çok fazla satış adetine ulaşmıştı.

Hani Almanların (zor kazandığı için olsa gerek) parayı çok sevdiği söylenir ya, onların kuyruğa girdiği söyleniyordu.

İşin şekli o denli büyümüştü ki Alman sanayi ve ticaret bakanı TV’ye çıkıp konuşma yapmak zorunda kalmıştı. Bakan, şu veciz sözleriyle konuşup kampanyayı bitirecekti (mealen);

”Alman devleti, Alman otomobillerini üretip satarak yurttaşlarına iş imkânı sağlıyor, işsizlere sosyal yardım ve işsizlik desteği veriyor, yaşam standardını koruyordu.

Japon otomobili almanıza elbette karşı çıkamam fakat bundan sonra Japon otomobili alan yurttaşlarımızın iş müracaatı için ve işsiz kaldığında sosyal yardım ve işsizlik desteği için Japon devletine müracaat etmelerini beklerim!.”

Bu konuşma sonrası bırakın ilgiyi, O markayı almak için müracaat edenler alım sözleşmesini iptal kuyruğuna gireceklerdi..

Kıssadan hisse mi? Tarım ürünlerinde, bahçe mamüllerinde ve hayvancılıkta çiftçiyi ithalatla terbiye etmeye kalkanlar dolayısıyla anladınız siz onu!

Milyonlarca üreticiyi bir kaç ithalatçıya tercih etmenin sonucu mu; temel gıda ürünlerinde yüksek enflasyon!

3… 2003 Martı, Irak İşgal ve İstila Zamanıydı

Bu haksız savaşa ve saldırıya karşı Amerika’nın kuyruğuna takılmış İngiltere’de büyük bir kampanya başlamış, savaş karşıtı milyonlarca insan sokaklara dökülüp hükümetlerini protesto ediyordu..

Protesto hareketlerinin ciddi boyuta ulaştığını, her büyük kente yayıldığını, giderek ülkeyi kaosa sokacağını gören zamane Başbakan’ı sosyalist Tony Blair TV’ye çıkıp ulusuna şöyle seslendi (mealen);

“Amerika’nın kuyruğuna takılıp bu haksız savaşa katıldığımız yönündeki protestolarınızı anlıyorum. Bir sosyalist olarak ben de bu savaşa karşıyım. Fakat..

Şu sizin sahip olduğunuz yaşam standardını korumak için bu savaşa girmek zorundayız..

Şimdi iki seçeceğimiz var; ya bu savaşa katılıp mevcut ekonomik standartımızı sürdüreceğiz ya da yoksullaşacağız.. Karar sizin..”

Ertesi sabahtan itibaren tüm protesto hareketleri bitti..

Biten başka bir şey daha vardı; ulusal çıkarlar söz konusu oldu mu evrensel işçi sınıfı bilinci ve dayanışması, dolayısıyla sosyalist idealler..

Kıssadan hisse mi? Bir iki hafta içinde Şam Emevi caminde Cuma namazı kılacağız diyenler dolayımından anladınız siz onu!

Peki burada ulusal idealler merkezli konuşan liderlere ikna olan ulusüstü ‘ümmet’ bilinci ve dayanışmasına ne oldu?

huseyinalan35@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir