Türkiye’de Muhafazakarlığın Devlet Tecrübesi: İdeolojik Savrulma ve Kimliksel Sapma

Yazıyı Paylaş

1: Siyasi literatürde ‘parti devleti/devlet partisi’ tanımlaması karizmatik yahut kurucu liderlerin prestij edildiği devreler için yapılsa da devletin esas, liderlerin geçici olduğu vurgusunu ihmal etmez.

2: Klasik devlet türlerinde devlet kralın mülkü, ordu kralın ordusu, onun mülkünde yaşayan ahali güvenliği ve huzuru sağlanan teba idi. Krala itaat şükranlık gereğiydi.

Batı’da kralın yetkilerini sınırlayan aristokrasi vardı; bunlar malikane sahipleri, yarı özerk yönetim birimleri olanlardı; kendine has ordusu, mahkemesi, gelirleri, toprağa bağlı serfi vardı. Bu imtiyaz miras yoluyla sürdürülürdü.

Modern çağa geçişte soyut, kurumsal devlet türleri ortaya çıktığında ordu, mahkemeler, gelirler devletin oldu; devlet, sınırları tayin edilmiş vatan topraklarında ve üzerinde yaşayan nüfus üzerinde tek hükümran sayıldı.

Devlet soyut bir varlık olduğu için kurumsal yapısı ile somutlaştı; bunlar yasa yapma yetkisiyle parlamento, seçimle gelen temsilciler; hukuk bürokrasisi; güvenlik kurumları; maliye mekanizması vs. dir.

Krallıktan devlete geçiş anayasal bir tanzimle düzenlenirken kurumlar arası ilişkiler ve yetkiler belirlendi; devlet ile halk arasındaki ilişkiler hukuk ile tayin edildi.

Yeni devlet türünde en göze batan yenilik; anayasal sınırlarda kalmak kaydıyla halkın kendini yöneteceği iradeyi seçimler yoluyla kendisinin belirlemesiydi.

3: Batı’da, tarihsel, toplumsal ve kültürel sürecin birikimi son devlet türüne ve toplum yapısına da yansıdı; kral devlete dönüşürken onun karşısında özerk yapısı olan aristokrat burjuva sınıfı olarak sermayeye dönüştü, kralın tebası olan serf devletin yurttaşı oldu.

Batılı insanın tarihi mülkiyet temelli hiyerarşik bir sınıflı toplum yapısı ve bu uğurda verilen mücadelelerle irtibatlı bir tarihtir. O sebeple mülkün sahibi her daim politik iktidarında tek sahibi olageldi.

Modern tarih ve toplumsal sürece geçildiğinde ekonomik iktidara sahip olan sermaye sınıfı aynı zamanda politik iktidara da sahip oldu; anayasal ve kurumsal düzenlemelerle o ‘hakkını’ teminat altına aldı.

4: Batılı insan bu türlü örgütlenmeye, siyasete ve yaşam kültürüne alışık olduğu için bu değişimi görece daha kolay kabullendi. Böylece ortaya kapitalist ekonomi temelli bir sistem çıktı; toplum dinden bağımsız sivil bir yapılanmayla, fabrika ve ticarethanenin ihtiyacına göre yeniden örgütlendi.

İleri sanayileşme aşamasında ortaya çıkan sosyalizm, vahşi kapitalizme geri adım attırdı; sistem içinde kalmak kaydıyla ve sistemin müsade ettiği kadarıyla refahın paylaşımında mülksüz sınıfa belirli düzeyde haklar ve yetkiler verdi, sosyal devlet hakemliğinde uzlaştı.

Alanın razı verenin razı olduğu noktada buluşulduğunda demokratik devlet türü kurumsal ve yasal istikrara kavuştu. Dolayısıyla Batı’da politik bir sınıf yoktur; seçimler siyasal sistemi ve toplumsal düzeni anayasal sınırlarda işletmek üzere yapılır. Seçimlere katılım oranının düşüklüğü ya da kimin gelip kimin gideceği orada önemli değildir.

5: Batı tarihi, seküler siyasal, toplumsal ve kültürel zihin yapısının da tarihidir.

Batı’da demokrasiye geçilene kadar yasa yapma yetkisi tanrısal kaynaklı ruhban sınıfına, uygulama gücü seküler yönetici sınıfa aitti; ikili bir kıskaç altındaydı. Batı siyasi tarih aynı zamanda devlet ile ruhban sınıfı arasında yetki ve alan genişletme mücadelesi tarihidir.

Demokrasi çağı devletin tek hükümran olacağı, yasa yapma yetkisinin de devletin tek-eline geçeceği çağdır. Dolayısıyla din devletin dini, ruhban devletin memuru olacaktır..

6: Doğu tipi despot idarecilerden oluşan devlet türünde en bariz fark; devletlü sınıfın tek olması, karşısında özerk başka bir sınıfın olmamasıdır.

Bu devlet türünde devlete rağmen oluşan bir siyaset düşünce yahut muhalif hareket ‘hain’ damgasını yemiş, dirlik ve düzeni bozucu suçlamasıyla acımasız biçimde bastırılmış, böylece meşruiyetin korunması hedeflenmiştir.

Doğunun toplumsal ve siyasal tarihinde ‘hain’ tanımlama yetkisi devletin tekelindedir. Devlet için hain olan neyse toplum için de hain olan odur.

Bu devlet türünde tek örgüt vardır devlet; gerisi devletin denetiminde ve yönetiminde kurulan örgütlerdir.

7:,Tarih, bu devlet türlerinin yıkıldığı modern çağda devletlü sınıfın değiştiğine, devletin el değiştirdiğine şahitlik ettirdi.

Her ne kadar bu devletler de demokrasiye geçmek zorunda kaldıklarında bu uğurda reformlar yapmış olsa da, ulus-lar-arası arenada değil içerde demokratik standartları istedikleri kıvamda esnetmeyi bildiler.

Bu devletler Batılı türü benzeri devlet yapılanmasını taklit etse de, tarihsel yapısı gereği şeklen demokrasi mahiyet olarak despot yapısını korumaktadır çünkü, modern çağda bunlar devletlü sınıfı değiştirirken yani aslında devlet el değiştirirken gerçekte devletin kendisi nitelik ve yapısını yeniden üretti.

8: Doğu tipi despot devlet yapısında mülkiyet temelli bir toplumsal sınıfsal yapılanma değil siyaset temelli bir toplumsal ve sınıfsal yapılanma oldu.

Dolayısıyla modern çağa geçişte devletin karşısına toplumsal bir muhalefet değil siyasal bir muhalefet söz konusu oldu.

Siyasal muhalefetin devletin yapısı niteliği ve meşruiyetini değiştirip yenilemek gibi bir amacı olmadığı gibi toplumsal modeli değiştirmek gibi de bir amacı olmadı.

Bunda tarihsel kültürel ve toplumsal birikimin rolü küçümsenemez. Dolayısıyla bu türde muhalefet sadece devlet imkan ve gücünü elde etmek, devletlü sınıf olmak için örgütlenir.

İktidar imkanı bulanlarsa devletin hazinesini, kamu kaynaklarını, bürokratik kadroları kendi yandaşlarına sunmaktan başka iş yapmazlar.

9: Bu özetten sonra Türkiye’de olup bitenlere dair iki çift laf etmek istersek;

Bu ülkede toplumsal siyasal ve kültürel geleneğin doğu tipine uygun olduğunu, Müslümanlığın bu hususlarda söz sahibi olmadığını belirtmek icap eder.

Türkiye’de toplumsal örgütlenme biçimi yukardan tayin edilmiş standartlara uygun olduğu için İslam temelli bir toplumsal model ve siyaset yapma biçiminin olmayacağını söylemek mübalağa sayılmamalıdır.

Sayılmamalıdır zira entellektüel bazda olsun hareket olarak olsun Müslümanların farklı oldukları söylenemez.

Üstelik sadece Müslümanlar mı? liberalleri sosyalistleri faşistleri ve muhafazakarlar içinde bu durum bir realitedir.

10: Son İstanbul seçimlerinde muhafazakar/İslamcı bir grubun etkili isimlerinde biri şu tweet’ı paylaştı:

Bu tweet ülkede İslamcı namıyla faaliyet gösteren öbeklerin ya da kendi deyimleriyle ‘kendilerini tevhide nispet edenlerin’ cümlesinin akıl yapısını, ideolojik paradigmasını, toplumsal ve siyasal anlayış ve duruşlarını tescil ediyor.

Söylenmesi gerekir ki kendilerini devletlü sınıftan birine aid hissediyorlar, yetmiyor rakip partilere destek verenleri sapma ve savrulmayla itham ediyor.

Nerden ve neden savrulma ve sapma olduğu açıklanmıyor ama!

Sanki rakip partiler başka bir dünya görüşüne dayalı siyaset/devlet yapılandıracak; toplumsal yapıyı yeniden örgütleyecek! Onlar bu iddia ile toplumun karşısına çıktı ve halktan destek istiyorlar!

11: İslam dinini “devlete ve bilime” bulaştırmama ideolojisinin tekrarını ve teyidini gördüğümüz bu tweet aynı zamanda hem yakın tarihi özetliyor ve hem de kitap ehlinin dini anlayış ve uygulayışını İslam dini üzerinden üretmenin somut haline işaret ediyor.

Kendilerini devlet partilerinden biriyle irtibatlandıranlar ve bu tutumlarını İslami söylemleriyle meşrulaştıranlar yani, devletlü sınıf olmayı İslamcılık sananlar; iktidar değiştiğinde neye sığınıp beye dönüşeceklerini dahi hesaplayacak izana ve iradeye sahip değiller belli ki.

12: İdeoloji ve ona dayalı oluşturulan bir kimlikte, kimliğin unsurlarını ideoloji tayin ediyorsa her şartta o kimlik, sahiplenenini icbar edicidir.

Müslüman kimlik insanların tanımlayıp unsurlarını tayin ettiği ideolojik bir kimlik değildir; modern çağın türettiği bir kimlik değildir; tanımlıdır be verilidir.

Dolayısıyla modern çağa geçişte kimlik buhranı yaşayan ve yeni kimlik arayışı ihtiyacı duyan modern dindar insanın yeniden tanımlayacağı bir kimlik değildir.

Müslüman kimlik tanımlı verili unsurlarıyla, Kur’an ve sünnet sabitesiyle tarihin her çağında ve toplumsal şartlarında kafirlerle dostluğu yasaklar; icbar ettiği unsurlarla müminler toplumu olarak bunları diğerlerinden ayrıştırır; kendi toplum modelini kurdurur ve siyaset tarzını yaptırır.

Her çağda ve her nesilde hakkın şahitliği böyle yapılır. Model olarak gösterilen peygamberler dirilişin ancak böyle olacağını örneklemişlerdir.

Yazıyı Paylaş

huseyinalan35@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir