Müslümanın Şahsiyetli Duruş İmtihanı

Yazıyı Paylaş

İnançlar çoğu zaman onu taşıyan inananların pratikleriyle değerlendirilir. Kaynağı vahiy olmayan, Allah’ın ayetlerine yaslanmayan beşeri ideolojiler için bu durum sanıldığı kadar belirleyici olmayabilir. Çünkü ideolojiler -insani bir zaaf olarak- zamanın ruhuna göre değişim geçirme veya yenilenme eğilimindedirler. Ayrışmalar, parçalanmalar ve temel dinamiklerden ilkesel kopuşlar vahye dayanmayan her ideolojinin / inancın ortak kaderidir. Bu nedenle pratikteki değişimler beşeri ideolojilerin paradigmasına, ilkelerine yada doktrinlerine çok fazla zarar vermeyecek ve imajını çok fazla etkileyemeyecektir. O ideolojinin dışarıdan fotoğraflanması bireylerin hayat tarzlarıyla değil, o ideolojinin felsefi ya da sosyolojik kaynaklarıyla değerlendirilerek bir imaj elde edilmesini sağlayacaktır.

Fakat söz konusu Allah’ın sözlerine yaslanan bir inanç / dinse, durum tam tersi bir değişkenlik gösterir. O din, ancak mensubu olanların inanışlarını hayat tarzı yapmaları, söylemlerini ve eylemlerini yalnızca o dinin esaslarını referans alarak gerçekleştirmeleri durumunda doğru bir imajla tanınmaktadır. Çünkü dışarıdan fotoğraflama ya da tanıma öncelikle mensupları gözleyerek yapılabilmektedir… Bu durum dinin beşeri bir aklın ürettiği basit ve arızalarla dolu, pratiği hayatın olağan akışına uygun olmayan bir kuramdan ibaret olmamasından kaynaklanmaktadır.

Hayatın her yerine, her anına müdahale eden ve tam bir teslimiyet şartı gerektiren; ceza ile uyaran, mükâfatla müjdeleyen böylece sonsuz bir hayatı vaat eden bir dinden bahsediyorsak; o halde bu dinin pratiği de o kadar ciddidir ve üzerinde tefekkür gerektiren ciddi bir fıkha gebedir… İstişare zemininde yapılan içtihadlar, ilkesel dayanaklar, siret ve sibak bakımından araştırmalar ve o dini ilk pratize edenlerin neyi nasıl uyguladıkları, sonrasında nasıl aktarıldıkları da bu nedenle önem kazanmaktadır. Dolayısıyla dışarıdan bakanlar kaynaklarla değil, o dinin müntesipleriyle gözlem yapma pozisyonu almak durumda kalacaklardır.

Durum böyleyken; İslam dinine mensup olanlar bireysel ve toplumsal duruşlarını ciddiyetle gözden geçirmeli ve İslam dinini mensuplarının örneklikleri üzerinden sürekli izleyen çevreye karşı doğru bir görüntü vermelidirler. Ne yazıkki konunun önemine rağmen İslam dünyası böylesi bir kararlılığı sergileyememektedir. Fırka fırka ayrılmış, birbirinden bağımsız çarpık yapılar, ilkesel birliğin çoğu zaman sağlanmadığı cemaatleşmeler ve mezhebi farklılıkların oluşturduğu içtihadi ayrışmalar İslam dünyasının bütünlüğünü ve ümmet görüntüsünü zedelemektedir. Peygamberle bağları kopartılmış Kur’anla/ana kaynakla irtibatı zayıflamış, yalnızca rivayet kültürünü düstur edinmiş grupların varlığı ise ayrışmanın sadece cemaatlerden kaynaklanmadığını; müslüman bireyin inanç dünyasının da sorunlu olduğunu bize göstermektedir. Öte yandan tekfircilik hastalığına yakalanmış önüne geleni kırıp geçiren kişiler ve islami terimlerin yanlış kullanımıyla uyuşturulmaya çalışılmış hatta devrişirilmiş kitlelerin varlığı ise müslüman imajına daha büyük açmazlara sürüklemektedir.

Dolayısıyla görülebiliyor ki, ya dış etkilerin müslümanlar üzerinde kendi menfaat ve iktidarlarını korumak üzere uyguladıkları dinin esaslarından koparma planları tutmuş ve savrulmalar gerçekleşmiş ya da insanların kendi iman-i zaafları savrulmalarına sebep olmuştur. Bu savrulmalar yalnızca avam tabakayla da kalmamış, hatırı sayılır kanaat önderlerinin de kimi zaman popülarite hastalıklarından, kimi zaman kibirlerinden, kimi zaman konforlarını kaybetme korkularından onlara da sirayet etmiştir. Dolayısıyla da İslam imajı yeteri kadar korunamamış ve İslamafobi gibi saplantılı algıların yaygınlaşmasına neden olunmuştur.

Ancak tıpkı Resulullah’tan sonra bile yaşamını İslam yoluna vakfeden sahabeler gibi bugünde bu dava uğrunda mallarını, canlarını, ailelerini, hayatın sunduğu birçok süslü ve gösterişli emtialarını bir kenara itmiş ve davalarına sımsıkı sarılarak sözlerini yerine getirmiş örnekliklerin de olduğunu biliyoruz. Üstelik sadece müslüman kitle arasında değil onlar arasında öncülük görevini üstlenerek liderlik yapan nice temiz örneklerin de var olduğu biliniyor.

İşte bütün mesele de bu kişilerin, İslam toplumlarının savrulmalar, devşirilmeler, kandırılmalar karşısında kendi özlerini, itikatlarını ve ilkelerini kaybetmemeleri üzerine direnç gösterebilmeleridir ki, bu çabanın getirisi aynı zamanda İslam imajını da korumak demek olacaktır. Özellikle müslümanlar arasında kanaat önderleri çok yorulacak, çok çalışacak ve hayatlarının geri kalanını her dakikasına kadar bu uğurda feda edecek motivasyonda olmaları gerektiği unutulmamalıdır. Müslüman toplumun öncüleri / örnekleri kullandıkları dile, konuştukları söze, yaşadıkları hayata olması gereken tüm hassasiyetle dikkat edecekler. Toplumun her yerinde olunmalı, ulaşılabilen her bireye el uzatılmalı ve asla bıkkınlık gösterilmemelidir. Öncüler, tağuti yapıların hücum ve saldırılarını şimdiden göze alacak ve cesaretle tüm baskılara karşı dimdik durmayı kendilerine şiar edinmelidirler. Zenginlik, konfor veya dünya menfaatlerine tamah etmemeli, kazancı ve kârı yalnızca ahirette umut etmelidirler. Öncelikle insan olma hasebiyle hiç kimseye karşı ötekileştirme dilini kullanmadan, dışlamadan ve düşman ilan etmeden, davetçi ve hakkın askeri olarak hakka çağırmakta kapı aşındırmaktan vazgeçilmemelidir. Her insan bu gün olmasa da, bir gün Müslüman olabilecek bir potansiyel taşıdığı, hidayetin Rabbimizin takdiri olduğu unutulmamalıdır. Üstelik bu davet çabasında da günümüz teknolojisinin sunduğu olanakları olabildiğince kullanmaktan geri durulmamalı; ulaşabildikleri her alan ve zeminde bu dinin temel dinamikleri anlatılmalı ve pratize edilmelidir..

Bizler dinimizin ne terör gibi baş belası kavramlarla anılmasına, ne de modern kavramlarla sentezlenmesine rıza gösteremeyeceğimiz gibi böylesi bir sürece sessiz de kalamayız. Bizler, ne Müslüman kardeşlerimizin imanlarının tuğyana uğramasına, ne de Müslüman olmaya namzet insanlarla buluşmamızın önündeki engellerin güçlenerek çoğalmalarına rıza gösteremeyiz.

Bizler, hakkı ve adaleti bayraklaştıran, kötüyü iyiye, pisliği temize, yanlışı doğruya, düşmanlığı kardeşliğe, zulmü merhamete tercih etmemizi emreden bir dinin mensupları olarak, dinimizin çirkin ve bizden olmayan biçimde tanınmasına rıza gösteremeyiz. Bu nedenle gerek kendi halkalarımızda gerekse büyük ümmet ailesinin içinde Müslümanca yaşamaya çalışan, mü’min kimliğini kuşanan her Müslümanın öncü olma bilinciyle hareket etmesi gerektiğini unutmamalıyız. Bilmeliyiz ki, birbirini uyaran, hakkı yaymayı ve onun şahitliğini yapmayı ilke edinen, tağuti düzen ve onun işbirlikçi unsurlarıyla uzlaşıyı açıkça reddederek kendi kimliğini koruyan Müslümanlar olmak hepimizin asli ve ertelenemez görevleridir

Yazıyı Paylaş

balpars@tashih.com.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir