Kentten Kovulan Müslümanlık

Yazıyı Paylaş

Bizde “elçiler” şehrin merkezine gelir; varoşta da olsak koşar onları destekler onlara katılırız; vazifenin bir parçası, vahyin bize verdiği tarih şuurumuza kazılan budur. Musa (as) Firavuna, şehrin merkezine gönderilir, mücadelesinin tüm aşamalarında kentte konuşlanır evler edinir. Muhammed (as) şehirlerin anası Mekke’de başlar davetine; Mekke merkezdir. Arap toplumunun tamamının benimsediği, (Ebrehe gibi) güçlülerin ele geçirme hevesleriyle yanıp tutuştuğu bir merkez. Mekke’de işler karışır, yeni melce nasip etmesini niyaz ederler Rabb-ül âlemin’den. Bu süreçte başka bir merkeze Aksum’a yollar Muhammed as bir tutam arkadaşını. Kendisi melce rüyaları görür, planlar yapar. Mekke’den ayrı Mekke kadar olmasa da Mekke için önemli Taif’i hedefler, o da bir merkezdir. Allah O ve arkadaşlarına Yesrib’i nasip eder orada Medinelerini kurmaya başlarlar.

Genel bir değerlendirmeyle hayat nizamı olan din, zarf mazruf ilişkisi gibi gündelik hayatı ikame edip biçimlendirdiği şehri de “müslüman” yani darül islam yapar. Bugün hukuki bir kavram haline gelmiş bu terim, aslında “müslümanca” yaşamın ifa edildiği mekânı ifadeden başka nedir ki? Ne yazık ki bugün bizler ulus devlet anlayışının bir yansıması olarak “darül İslam” ifadesini vatan, toprak, hudut ve coğrafya ile sınırlandırarak anlıyoruz. Oysa “darül İslam” müslüman kenttir, mukimlerinin takva yolunda gayretleriyle Medinetü’l-Fazıla’dır (erdemli şehirdir).

Bizim “kahramanlarımız” şehrin öbür ucundan, varoşlardan kent merkezine koşarlar; elçileri destekler, kavgalarını “merkez”de verirler; şehri Medineleri yaparlar. Neredeyse 300 yıldır müslümanlık bu anlamda merkezden uzaklaştırıldı; “şehirden” kovuldu. Şehir veya kent doğal olarak Müslümanın Medine’si olmaktan çıktı. Farabi’nin kavramsallaştırmasıyla Medinetü’l cahiliye oldu. Farabi’nin kavramsallaştırmasında cahili şehrin ahalisi hevalarının peşinde, kralları, yöneticileri de Allah’ın emirlerini dikkate almadan hayatı düzenleme, iktidarlarını koruyup yürütme uğraşısı içindeydi.

Bugün bireysel olarak tek tek hevalarına göre hareket etmeye çalışan insanlardan oluşan cahili şehir ve her bir bireyinin gündelik hayatını “kudreti yettiğince” programlamaya uğraşan, onun hevasını ve zaaflarını kullanarak kendi enerjisi haline dönüştüren, emeğini, inancını, vaktini, neslini sömüren, yeryüzünü baştan aşağıya bozup fesada uğratan bir Çağdaş Modernite cahiliyesi var. Bu cahiliyenin oluşturduğu yönetim itaat ilişkisinde yönetimi dünyada biçimsel anlamda genelleşmiş ulus devlet oluşturuyor. Bu ulus devlet formu kendine biçtiği rol ve oluşturduğu “sivil” toplumdan beklentileri değerlendirilince görülür ki ulus devlet, modern tabirle “sivil toplumun tanrısı”  hükmündedir. Tanrısı devlet olan bu sivil toplum, kentlere/şehirlere tıkıştırılmış, bireyselleştirilmiş, adaletin ve meşruiyetin ölçütü olarak iktidarı kabullenmiştir.

Modern cahiliye, kenti kendine göre, orada oluşturduğu cahili gündelik hayata göre yeniden inşa etmiştir. Mimarisinde ve tüm görsel dokusunda kendi iktidarının ilanı; planında, amaçlarında hayata, varlığa ve Allah’a meydan okuyuşunun tavrı, izleri vardır. Modernitenin bir bakıma kendini oluşturup kurduğu, geliştirip devam ettirdiği yer burasıdır; şehirdir. İslam’a karşıtlık günümüzde de Medinetü’l cahiliye tarafından beslenip yenilenip sürdürülmektedir. Günümüzde Müslümanlık modern kent ile başa çıkacak derinlik ve kıvraklığa ulaşmak zorundadır. Çağdaş cahili aklın ne olduğu, hayat, insan, varlık anlayışının ne olduğunu anlayabilmek için kenti doğru gözlemleyip analiz etmelidir. Modern kentte kitlelerin yaşamını kolaylaştıracak projeler, “pit stop” mahiyetinde oluşturulan yaşam alanları, metrolar, siteler gerçekte buruk ve ironiktir. Müslümanlık kentte olan biteni anlayamamış hakikati gözden kaçırmış görünüyor.  Bugünün Müslümanlığı sabahın en erken saatinden, akşamın karanlığına kadar çalışan kulları yeraltından, yerüstünden demir-beton yollarla o kıtadan bu kıtaya hızla götürebilmenin böbürlenişine sessiz kalmaktadır. Nerede yanlışlar yapıldı da bu kullar sabahtan akşamın geç vaktine dek analı-kızlı-adamlı bu kente tıkışmak, bu yollara düşmek zorunda kalır oldular? Bunu sorgulamak ve gereğini yapmaya dair çabalamak müslümanlığın erteleyemeyeceği sorumluluğudur.

“Hayatın zorunluluğu” tartışılmaz bir gerçekmiş gibi ezberletilip boyun eğdirildiğimiz bu ve benzer yanlışları vahyin bak dediği yerden bakarak bulup analiz etmek durumundayız. Kentle bu anlamda “baş edip” modern cahiliyenin hükümferma olduğu gündelik hayatı İslam’ın gündelik hayatının ikame edildiği mekânlar haline nasıl döndürüleceğine kafa yormak zorundayız. Müslümanlık cahiliyenin sebep olduğu arazları tedaviye, özürleri telafiye istihdam ediliyor. Müslümanlık modern cahiliyenin pit stop u olarak yeniden tasarımlanıyor bunu fark etmek ve tedbirimizi almak zorundayız.

Bu oyunlara “iyilik” yaftaları takılması bizi aldatmamalı. Müslümanlığın mükellefiyeti Afrika’nın susuzluğuna kuyu, kente tıkıştırılan kitlelere kibrit kutusu gibi evlerle barınak, emeğini satıp hayatını bu sıkışıklıkta sürdürmeye çalışan kitlelere yer altından yer üstünden  “toplu” taşıma imkânları oluşturmak değildir. Müslümanlığın mükellefiyeti neden bunlara mecbur kaldığımızı analiz etmek, farkındalığı derinleştirip pekiştirmek, vahiyden ilham ile duruşunu ve ıslah stratejisini belirlemek ve gereğini yapmaktır. İşte “Üçüncü Tashih”  bu görevi yerine getirme çabalarına destek ve ana başlıklarını işaretlemeye dair bir gayrettir.

Gayret bizden, başarı ise Allah’tandır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir