Anne Baba Olmanın Ölçüsü

Yazıyı Paylaş

Kendi dinine, kültür ve geleneğine yabancılaşan bir toplumda yaşıyoruz. İnsanlar sabiteleri olmadığından neye inanacaklarını şaşırmış vaziyetteler. Bu bocalamanın yanında, geleneği ve dini mahkum eden bilimin, en muteber kaynak olduğuna ikna olmuşlar. Oysa en çok değişen sistemdir bilim. Bugünün “doğrularının” yarının “yanlışlarına” dönüştüğü bir yapıdan bahsediyoruz.

Her alanda olduğu gibi, çocuk eğitiminde de doğru bilgiyi ararken bilim uzmanlarına başvuruluyor artık. Çocuklarıyla kuracağı ilişkinin ölçülerini bu sistemin içinde arayan ebeveynler, en çok da “anne-baba olmak” ile “arkadaş olmak” arasında dengeyi kurmakta zorlanıyor. Modern pedagojinin yerdiği geleneksel veya dini eğitimden berî durmak adına çocuklarıyla kurdukları ilişkide bocalıyorlar. Çünkü bir zamanlar uzmanlar bize “çocuklarımızın her şeyi olabileceğimizi”, “yapılan her türlü hatanın affedilebilir olduğunu”, “değerler sisteminin değil çocuğun merkezde olduğunu”, “anne-babaların çocuklarıyla aralarında hiçbir sınırın olmaması gerektiğini”, “büyüklerimizden gördüğümüz terbiyenin arızi, bilimin verdiği eğitimin mutlak doğru olduğunu”, “din dahil her şeyin sorgulanabilir ancak aklın ve bilimin sorgulanamaz ve eleştirilemez olduğunu” (!) telkin etmişti. Tüm bu telkinlere maruz kalan anne-babalar kendi rolünde kalmayı “geri kafalılık” olarak gördüler. Çocuklarıyla “arkadaş” olma arzusuna kapıldılar. “Sigara içecekse benim yanımda içebilir”, “kız-erkek arkadaşıyla ilişkisini benimle rahatlıkla konuşabilir”, “arkadaşlarıyla yaşadığı sorunları bana anlatabilir” anlayışını benimsediklerinde ebeveyn olmanın sınırlarını kaldırdılar. Evladıyla yakın olmayı arkadaş olmayla karıştırdılar. Sonuçta, olur olmaz her şeyin büyük-küçük herkesle konuşulduğu, sınırların ve ölçülerin silikleştiği, gereğinden fazla bilgi, hak ve özgürlüğün çocuklara zamanından önce verildiği aileler ortaya çıktı.

Çocuklarıyla olan ilişkisinde onların sevgisini kaybedeceği korkusuyla kendilerini pasif kılarak “arkadaşlaşan” anne-babaların, evlatlarının daha çok ihtiyaç duydukları ebeveynlik rolünü ihmal ettikleri ortada. Bir çocukla bir yetişkinin dünyayı algılayış biçimleri farklıdır. Aynı anda anne-baba ve arkadaş olunamaz. Bu durum aile içindeki tabii dengelere aykırıdır. Çünkü arkadaşlık ilişkisi yatay bir ilişkiyken anne-babanın çocuğuyla kurduğu ilişki tabiatı gereği dikey bir ilişkidir. Bu düzlemde anne-baba ve çocuğun aile içindeki rolleri belirgindir. Ancak çocuğunun arkadaşı gibi davranmaya çalışan anne-babalar onun zihnindeki belirgin alanları muğlaklaştırmaktadır. Bu rol karmaşasını yaşayan çocuğun çevresindeki akran ve yetişkinlerle kurduğu ilişkide sınır ihlalleri yaşaması pek muhtemel. Çünkü onların ihtiyacı olan “arkadaş gibi” ebeveynler değil, sevecen ve ilgili bir otoritedir. Çocuklar bu otorite sayesinde yaşama karşı güven duyabilir. Dış dünya ile sağlıklı bir iletişim kurabilir. Sürekli kural koyan ve korku üzerinden iletişim kuran bir otorite ise ya sinik ve pasif ya da her şeye direnç gösteren çocuklar yetiştirir.

Kuran’da geçen aile ilişkilerine baktığımızda “çocuğuyla arkadaş gibi olan” ebeveynler değil, net ve sağlam duruşlu, tutarlı, sevecen ve merhametli profiller görürüz. Hz. Lokman’ın oğluna nasihat diliyle uyarılarda bulunması, bunun yanında ona “yavrucuğum” şeklinde hitap etmesi babanın evladıyla kuracağı ilişkideki rolün güzel bir misalidir. O, evladına seslenişindeki nezaketle ne aradaki mesafeyi aynı düzleme taşıyan silik bir baba ne de sert ve despot bir babadır. İslam’ın temel esaslarından gündelik hayatta uyması gereken ahlaki kurallara kadar, oğlu için hayati önemi haiz uyarılarını sıralarken kuşatıcı ve kollayıcı bir baba vardır karşımızda.

Aynı şekilde Nuh as.’ın kâfirlerle birlikte kalmayı tercih eden oğlunu tufana karşı uyarmak için “yavrucuğum” hitabıyla seslenmesi, İbrahim as.’ın putlara tapan babasına “babacığım” şeklindeki ifadesi çocuklarla anne-baba arasındaki ilişkinin sınırlarını gösteren Kuranî örneklerdir. Bu iki örnekte baba ve oğul ayrı düşmelerine ve helâk olma tehlikesine rağmen biri oğul, biri baba olan iki peygamber de ilk duruşlarından dönmemişlerdir. Hayatın merkezine çocuklarımızı ya da ailemizi koyduğumuz takdirde ilişkilerimizi düzenleyen sağlıklı sınırları koruyamayız. Aşama aşama vereceğimiz tavizler yüzünden kendi erdemleri, ahlaki ilkeleri, hedefleri olan şahsiyetlere değil, sürekli karşısındakine göre şekil alan, zaaflarının esiri olmuş bireylere dönüşürüz.

Kur’an’daki misallerde peygamber babalar oğullarıyla ilişkilerinin bozulmaması adına “arkadaş olma” çabasına girmiyorlar. Oğullarıyla ayrı düştükleri noktalarda inançlarından taviz vermedikleri gibi, onlarla aynı düzleme inerek kendilerini pasif kılmıyorlar da. Bu misallerde babaların evlatlarını korumak için onlara merhametle seslenip uyardıklarını, her şeye rağmen yumuşak bir yaklaşımı elden bırakmadıklarını görüyoruz. Ne var ki bu yumuşaklık onları ilk duruşlarından alıkoymuyor. Önümüzde bu örnekler dururken, çocuklarıyla kurdukları ilişkide dengeyi kaybeden anne babaların şimdi tekrardan bozulan ilişkilerini onarmak, kaybettikleri saygınlığı ve rolü geri kazanmak için yine uzmanlara başvurması, bizlere sunulan bilgiyi test edecek kaynağı, Kur’anı hayatımıza dahil edemediğimizin göstergesidir.

Ne yazık ki bilim kendini eleştirmeye başlayınca yanlışımızı görüyor, bir yerlerde hata yaptığımıza inanıyoruz. Bir zamanlar pedagojik araştırmalarla anne-baba ve çocuk arasındaki sınırları kaldıran uzmanlar, bugün yeni “bilimsel araştırmalara” dayanarak kendi doğrularını değiştirmeye koyuldu. Çünkü babasıyla karşılıklı sigara içen, annesiyle erkek arkadaşını rahatlıkla konuşabilen, anne-babasına arkadaşına seslendiği gibi seviyesizce seslenen alabildiğine “özgür” gençler ve anne-baba sözünün ağırlığının olmadığı sözde aileler var artık.

Altı üstü 200-300 yıllık geçmişi olan bilim ve aklın dayattığı bilgileri test edecek sahih bir ölçümüz var bizim. İnsanlık tarihiyle özdeş olan ve Rabbimizin muhtevasını kıyamete kadar koruyacağına söz verdiği bu kitaba dayanarak bilimin ya da başka bir kaynağın sunduğu bilgiyi eleştirmekten, mutlak doğru olarak dayatılanları inandığımız değerlerle uyuşmadığı taktirde reddetmekten çekinmemeliyiz. Çünkü onur ve itibar, esenlik ve huzur Allah’ın bizlere sunduğu hakikatlerdedir.
Hiç tasalanmayın, komplekse kapılmayın. Yeri geldiğinde evladına karşı en merhametli anne-babalar yine bizler olacağız. Ve zamanı geldiğinde evlatlarınız arkadaşları değil, anne-babaları olduğunuz için sizlere teşekkür edecek.

semabasaran@tashih.com.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir