Cahiliyye İslamcılığı Devşiriyor mu?

Yazıyı Paylaş

Bu ülkede Müslümanların bugünkü hikayesi, büyük ölçüde 1839 Tanzimat fermanıyla bağlantılıdır. Orada bir kırılma yaşandı. Özümüz değiştirilmeye başlandı. O zaman devlet yeni bir tanzime giriyordu. Tanzim, İslam’dan vazgeçmenin, Batı düşüncesiyle yeni bir organizasyona girmenin ifadesiydi. Din, devlet katında o gündür bu gündür bir kenara ittirilmiş, ihtiyaç duydukçada dikkatlice istihdam edilen bir pozisyonda tutulmuştur.

Tanzim, yönetim kadrosunun, bürokrasinin eseriydi. Bir süreçti. Siyaseten başladı. Yasal, kurumsal, askeri ve iktisadi reformlarla devam etti. Günlük hayat ve yaşam tarzına yansıyan değişimlerle sürdü. Aslı bir kez değiştirdiniz mi o asıl kendine ait tüm fasıllarını da getiriyor. Süreç gelişerek hala devam ediyor. Islahat, meşrutiyet, cumhuriyet, AB reformları ve günümüz Post-modern aşaması dahil tüm aşama, istikrarlı biçimde ilk başlangıcın devamıdır. Rota hep aynı olmuştur. Bunların anlamı şudur: Batı tarihine, düşünce sistematiğine, kültürüne ve siyasal sistemine eklemlenmek, kapitalist serbest pazar ekonomisinin bir parçası olmak. Medeniyet yani.

Osmanlı geleneğinde, özellikle 15. Yüzyıldan sonra devlet “asıl”, din, devletin müteferrik cüzüdür. Yani asla “bağlı” füruattır. Bu anlayış jön Türkler, ittihatçılar, cumhuriyetçiler dahil her devrede devam ettirildi, günümüz muhafazakarlarıyla da geçerliliği sürdürülüyor. Bunun anlamı şu: İslam, bu ülkede “asıl” olarak değil “fasıl” olarak caridir. Asıl olan devlettir. Tanzimat’ı ve takip eden yenilikleri gerçekleştiren bürokratik kadro, bu sebeple dine değil Batı düşüncesine dayanmıştı.

Bu süreçte yapılan reformlarla sürdürülen her aşama, dinin önemli fasılları terk edilerek aşıldı. Bürokrasi, dini terk ederken “iyi” olarak bildiği şeylere kavuştu. Onlar için devlet iyiydi. Devleti kurtardığını düşünürken ötesine berisine bakmadı. Çünkü onlar devlet varsa var olan bir sınıftı. Bu arada kendisi de “makam”, statü”, “para” olarak ifade edilen dünyevi hayattaki durumunu kurtarmıştı. Başından bugüne süreç boyunca, hiç bir aşamada İslami bir düzen düşünülmedi. İslam’a dayalı bir yenilik girişimi yapılmadı. Yapıldı da Allah vermedi değil, yapılmadı. Bu sebeple Allah kullarına istediklerini verdi. Onun için bu memlekette İslam, dünyevi hayatta da kendisiyle kurtuluşa erilen bir din değil, kendinden istifadeyle dünyevi vaziyeti kurtarmanın aracına dönüşen bir din olmuştur.

Bu toplumda 1923-1950 arası içe kapalı bir devredir. Ahaliye sıkı baskı vardır. 50’den itibaren Kuran okuyan, dinini Kuran’dan öğrenen nesiller dönemi başladı. 1970’lerin ilk yarısına kadar doğru bir çizgide rota takip eden bu nesil, her tarafa yayılmış müthiş bir potansiyel üretti. Ülkeyi de bölgeyi de etkileyecek bir rota takip ediyordu. 70’lerin sonunda Ortadoğu’daki siyasi çalkantılar, İran devrimi, Afganistan’ın işgali, Filistin meselesi, bu nesle ümmet çizgisinde yeni ufuklar kattı. Bu gelişme devlet rotasının dışına çıktığı için, dahil olduğumuz kapitalist bloğun hayrına değildi. Alarm zilleri çaldı. Stratejik akıl ve politikalar devreye girdi. Düşünsel ve fiziki devşirme taktikleriyle o muazzam potansiyelin rotasını değiştirilecektir. Ahaliyle ilgili kısımda,1950 ile 80 arası süreçte, şartlara göre, aşama aşama sosyal olarak tasavvuf ve nurculukla, gençlik düzeyinde komünizmle mücadele dernekleri ve yeniden “milli” mücadelecilikle, siyasi çapta “milli” particilik ve partinin gençlik kollarıyla ırmaklar aynı denize akıtılıyordu.

Özal dönemi boyunca Kuran okuyan nesil dahil ne var ne yoksa, hepsi aynı paydaya dahil olacaktır. Radikali ılımlısı, sosyo-kültürelcisi siyasi partilisi dahil tümü, küresel düzenin, onun parçası yerli sistemin, onun üzerinde bütünleşen toplumun birer parçası oldular. Küresel düzenin geçtiği yeni aşamada her tür din, ideoloji ve kültür farklılıklarına açtığı alanın, gerçekte bir “öz” değiştirme süreci olduğunu anlayamadık. Oysa Kemalistler dahil ülkedeki her grup kendisini buğday sanmaya devam ediyordu. Bükemediğin bileği öpeceksin derler, bu stratejik akla şapka çıkartmalı!

Bazı şeyleri geç öğreniyoruz. Olsun. Oyunun içinde olanlar, al-ver işiyle uğraşanlar çok şeyleri biliyorlar ama. Şu ülkenin insanı için balık hafızalıdır derler. Balığın hafızası ne kadarsa. Bizim cenahta dahi yakın tarihi bilen, süreci doğru okuyup gerekli dersleri çıkartan yeterli sayıda insanımız yok. Kötü olan bu. Hayat hızlı akıyor ve 50 yıllık geçmiş dahi “fi” tarihi gibi bilinmiyor. Yazılıp çizilen ve konuşulan kahramanlık hikayeleri gerçeğe değil hamasete ve kültürel siyasete yöneliktir. Bundan da kazananlar var tabii. Dolayısıyla her şey sanki her nesilde yeniden ve sıfırdan başlıyor. Buysa stratejik akla, hafızasız nesilleri istediği gibi yönetme fırsatı veriyor. Bu tespitten sonra “şimdi” için bir değerlendirme yapmamız gerekiyor:

Bu dünyada ve ülkemizde sosyal ve siyasi pozisyonlarımızı etkilediği gibi günlük hayatımıza da tesir eden bir sistem var. Bunun adı Küresel kapitalizm ya da serbest Pazar ekonomisi. İdeolojik olarak liberal, kültürel olarak putperest, bilgi biçimi olarak “zanna”/hevaya dayalı bir sistem bu. Çağımızın en büyük rabbi bu! Bunun kuralları hükümran. Vakıa bu. Hayat bu. Hakikat bu. Biz böyle bir sistem içinde, bu sistem üzerinde bütünleşen, işlerini bu sistemle yürüten bir toplumda ve bu toplumun bir parçası olarak yaşıyoruz. Buna rağmen böyle bir şey yokmuşçasına davranamayız. Çünkü bu mesele doğrudan iman küfür ya da rububiyet ve ubudiyetle alakalı bir mesele.

“La İlahe İllallah” kelimesi İslam’ın temeli. “Muhammed’ün Resulullah” kelimesi de tamamlayanı. İlki düşünsel, hissi ve imani tarafı, ikincisi ameli/pratik ve kimlik tarafını yani hayatı ifade ediyor. Bu kelimeye dayanarak harekete geçtiğini duyuranlar, kelimenin ikinci tarafını birincisinden kopartmış vaziyetteler. Peygamberin ahlakı Kuran diyerek kendilerini savunanlar, tıpkı hariciler gibi, kendisi hak olan sözü söyleyip gereğini yapmıyorlar. Yani bir şey söylemiş olmuyorlar. O halde başa dönüp şu tespiti yapabiliriz: Kuran bu memlekette hidayet kitabı değil, kendisinden istifadeyle dünya hayatında durum düzeltmeye yarayan bir kitap. Döndük Tanzimat’a. Aldığımız yol bir arpa boyu dahi değil. Tarih tekerrürdür derler ya! Bütün bu anlatılanlar anlaşılması maksadıyla yazıldı. Moral bozmak yok. Kaos yok. Gerçekleri görmek, nerede olduğumuz bilmek için önemlidir. Nereden başlanacağı için bu gereklidir. Meramımızı anlaşılabilir şekilde ifade edememiş olabiliriz ama kıymetli madenler taşıyan toprağı okuyucunun önüne koyduğumuzu düşünüyoruz. Şayet “bu yazar kendinden ve kendisi gibi bir kaç kişiden başkasını beğenmiyor müslüman saymıyor” gibi anlamsız şeyler söyleyecek olanlarımız çıkarsa, yazıyı okumamış saysın ve rahatlasın. Acizane tavsiyemiz budur!

Yazıyı Paylaş

huseyinalan35@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir