Soma Notları

Yazıyı Paylaş

İnsan Hakları Ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder) 16, 17 ve 18 Mayıs’ta, farklı şehirlerden gelen 40 kadar gözlemci ile Soma’daydı. İçinde İş güvenliği uzmanı, psikolog, sosyolog, mühendis, avukat vb. meslek mensupları ile üniversite öğrencilerin yer aldığı bir ekip mazlumlarla dayanışmak, taziyede bulunmak, insanları dinlemek, etkili ve yetkili kişilerle görüşmek ve nihayetinde raporlama çalışması yapmak üzere bölgeye dağıldı. Ben de bu ekip içinde 2 tam gün Soma’nın merkezindeydim. Kahvehanelerde, cami avlularında, çay bahçelerinde, ara sokaklarda insanlarla, ne yazık ki artık Soma denince akla gelecek tek “şey” (bu katliam gibi facia) etrafında konuştuk.

***

Soma ortalama bir Anadolu kasabası için fazlasıyla olağanüstü bir gündemi yaşıyordu. Herkes hem acı içinde, hem tedirginlik hem de “güvenlik” içindeydi. Güvenlikten kastım şu: Polis polis polis… Her yerde, her köşe başında polisler. Her yanı sarmış “görünen” polisten daha fazla“görünmeyen” –sivil- polisin varlığını sezmek, tahmin etmek, anlamak güç değil. Muhabirler, televizyoncular, üstlerinden başlarından cihazlar, fotoğraf makineleri, kablolar sarkan insanlar. Herkes, amiyane tabirle, birbirini kesiyor. Kim bu? Olay ne? Çünkü malum, birileri buraya taziye, yardım, dayanışma için gelmişse, birileri de bu acı üzerine kendi siyasi çıkarlarına alet edecekleri bir öfke ve şiddet inşa etmek niyetiyle geldiler.

***

Parkta oturuyoruz. Bir sokak ötede gösteri var, polis müdahale etmiş. Kavga gürültü ve bağırış çığırış içinden bir genç kaçarak, koşarak yanımıza geldi. 20 yaşında var yok. Hayırdır, diye sorduk. Polis saldırdı, cop yedim, dedi. Ayaküstü kısa bir sohbet geçti aramızda, sonra da geldiği gibi kaçtı. Gezi eylemlerine katılmış bir arkadaştı. Devlete ve polise saydırdı. Daha sonra da Somalılara küçümseyici laflar, hakaret etti. Kendileri ta İstanbul’dan kalkıp bu insanların hakları için gelmişlerdi, bu insanlarsa kendileri gibi ayağa kalkmıyorlar, kendileri gibi itiraz yükseltmiyorlardı. Anlaşılan, bu halk için değmezdi! İkinci elinden, çakmasına, olmamışından emeklisine şu bizim solcuların “halk” diye tabir ettikleri kitle ile karşı karşıyaydılar. Somalılarla… Küçümsedikleri, hor gördükleri için anlayamadıkları, kendi kafalarındaki bir kurgu kadar sahih bu halk yine kendilerinin kadrini kıymetini bilmemişti! Yoksa neden kendileri ile hareket etmesindi!

***

Belediye hoparlöründen sıklıkla cenaze ilanları veriliyor. Salâlar okunuyor. Akşam namazından önce, saat 8’de bile cenaze namazı kılınacağı duyuruluyor. Sokak aralarında bile cenaze nakil araçları, ambulanslar bekliyor. Sessizlik ya fırtına öncesi ya fırtına sonrası sessizlik. Normal bir sessizlik değil.

***

Müslümanlar keşke kaza ve kadere inandıkları kadar tedbire de inansalar. Doğrudur, işin doğasında vardır kaza lakin asgari insani şartları tesis etmek ve azami tedbiri almak da işini doğru yapmanın doğası gereğidir, öyle değil mi? *** Başka bir madende ve fakat yer üstünde çalışan bir genç anlatıyor. Olayın sıcaklığı ile ilk haberler gelmeye başladı. Bir arkadaşımızın öldüğünü haber aldım. Bu haberi, ortak bir arkadaşı arayıp doğrulatmak istedim. Arkadaşı aradım. Telefonunu başkası açtı ve arkadaşın madende öldüğünü söyledi.

***

Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatları gözaltına almak için polisler Soma’nın merkezinde kumpas kurmuşlar. 100 kişi 10 kişiye karşı hukuksuz ve insanlık dışı bir biçimde şiddet uyguluyor. Neymiş?  Bu insanlar dışarıdan gelmiş ve protesto gösterisi yapacaklar. Henüz yaptıkları bir şey yok ama yapacaklar. İstihbarat var. Eylem yok, henüz oluşmuş bir suç yok ama “azılı düşmanlar”,  bu “adi suçlular” yakalanacaklar. Sanki suç işlememiş insanları, avukatları değil de kuduz köpekleri etkisiz hale getiriyor polis. Öyle onur kırıcı davranıyor ki. Şahidim. Fiili bir hukuksuzluk, zorbalık, haksız şiddet, kötü muamele sergileniyor. Amirleri buna hakları, yetkileri olmadığını o kadar iyi biliyorlar ki. Sorun değil ama; yukarıdakiler vermiş emri. Biz yaptık oldu. Burası Soma. Hem günlerden cumartesi. Hakkımı arayayım, haklılığımı ortaya koyayım derken 30 saat geçer. Bu da zalimlere yeter.

***

“İBDA-C ile örgüt liderliği ilişkisi ispatlanamadığı halde önce idam sonra ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis’ alan gazeteci-yazar Salih Mirzabeyoğlu ilk kez konuştu. Son 10 yıldır tek kişilik hücrede ‘tecrid’ altında tutulan Mirzabeyoğlu; ‘Yukarıdakiler öyle istiyor diyerek yargılandım. Yukarıdakilere selam söyleyin!’ diye konuştu.”

Yukarıdakiler arasında öyle cahiller var ki kuş kadar beyinleri yok.

Yukarıdakiler arasında öyle zalimler var ki yatacak yerleri yok.

Üç günlük dünya, üç kuruşluk dünya menfaati için nefislerine tapıyorlar, kirli egolarını şişiriyorlar, insan olmanın lezzetini çoktan unuttular, insanlığı çocuklukta bıraktılar, ondan beri insan olmanın onurunu çiğniyorlar, vicdanlarını taşa çevirmişler, ruhlarını kirletiyorlar, önce kendi huzurlarını katlediyorlar, sonra da kuşattıkları yetki alanlarında insanlara zulmediyorlar. Öyle zavallılar ki.

Zalimler muazzam bir yanılsama içinde mahvoluşlarını ilmek ilmek örüyorlar ve fakat cahilliklerinden ötürü göremiyorlar.

Böyleleri ölüm yaklaşınca yedikleri haltların anlamını ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, sezerler. Koca koca ünvanlara veya şöhretlere veya trilyonlara sahip olsalar da içlerindeki uçurumlara yuvarlanırlar, kendi kazmalıklarıyla kazdıkları huzursuzluk çukurlarına yuvarlanır, orada yaşamaya mahkûm olurlar.

Allah Kuran’da insanoğluna, “İnsanı Yaratan Benim ve Onun Neye Muhtaç Olduğunu Da Pekâlâ Ben Bilirim” diyor.

Açıp bir daha bakalım, zulmedenlerin ruh hali ve akıbeti nasılmış.  

Açıp bir daha bakalım, âlim kimmiş, cahil kimmiş.

Allah yukarıdakileri ıslah etsin. Allah yukarıdakilere kolaylık versin. İşleri çok zor…

m.ali.b@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir