Kimlik: Varoluşun Neden, Niçin, Nasıl’ı

Yazıyı Paylaş

“Ben” kimim, dünyaya nasıl geldim, burada olmamın bir amacı var mı ve nereye gidiyorum gibi ontolojik/varoluşsal sorular insanın “insan” olmaktan gelen, beşerden insanlığa tekamülünün en ciddi göstergesi olan, en tabi zihinsel telakkileri, muhakemeleridir. Bu soruları sorabilmek bile günümüz “tüketim toplumu” içinde yaşayan, hayatını, varoluşunu devasa AVM’lerde, markalarda, popüler kültürün zihinsel zindanlarında arayan ve aynı zamanda ararken asıl olanın kaybedildiği bir dönem için önemlilik arz etmektedir. Filhakika bu soruları sormak, yani sadece soruları asıl bilmek de varoluşun amacını anlamak, kimliğin asıl evine taşınmak için yeterli değildir. Sorulara verilecek akli ve ilmi cevaplar, hakikat ve hakikatin bilgisi ile olan ilişkimiz, dünyada “ben” olmayı başardıktan sonra aynı oranda “biz” olabilme olgunluğuna eriş(ebil)mek varoluşsal sorgulamamızı daha sağlıklı bir hale getirecektir. Aynı zamanda kimliksel tercihimizde bizi doğru bir istikamet (en azında iç tutarlılık bağlamında) üzere olmamızı sağlayacaktır.

Kimlik (identity) kavramı, Latincede “aynı” anlamına gelen “idem” ve Fransızca “ayniyet” anlamına gelen “identié” kelimesinden türeyen bir kavramdır ve insanın sosyal bir varlık olmasının doğal bir sonucu olarak toplumsal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimlik bireyin, toplumun veya örgütlü herhangi bir yapının ne olduğu, nasıl olduğu, niçin olduğu ile birlikte aynı zamanda ne olmadığı, nasıl olmadığı, niçin olmadığının ortaya konması ve bu olma/olmama durumları üzerinden kendilerini tanımlamalarıdır.

Fransız İhtilali’nin oluşturduğu ulusçu/milliyetçi akım sonrasında kimlik, farkına varılan ve farkındalık yaratmak için kullanılan bir olgu haline gelmiştir. Bu açıklamadan Fransız İhtilali’nden önce bir kimlik bilinci ve tanımlanması yoktur gibi algılanmamalıdır. Fransız İhtilali’nden önce daha informel olan bu tanımlama/tanımlanma biçimi Fransız İhtilali ve devamındaki birçok akımla beraber daha sistematik bir hal almıştır (kimlik ve Türk kavramı bağlamında daha detaylı bilgi için bakınız: “Tarih Boyunca Türk Algısı” – Ragıp Ergün).

İslam’da da kimlik konusu önemli bir yer tutmaktadır. Bir Müslüman için kimlik, onun kim olduğunu, bu dünyadaki misyonunun ne olduğunu, bu misyonu nasıl bir metodoloji ile gerçekleştireceğini, kime, neye nasıl tavır alacağını ve hayatta nasıl bir ilişkiler yumağı içinde olacağını, sonunda da bu ilişkiler neticesinde dünya sonrası hayatta nasıl bir ortam ile karşılaşacağını anlatan varoluşsal bir olgudur. Bir Müslüman’ın bu sorulara doğru bir cevap verebilmesi için ilahi vahyin asıl kaynak olarak merkeze alınması önemlilik arz etmektedir. Çünkü vahiy merkezli olmayan kimlik tanımlamaları Müslümanlar için varoluşsal paradigmanın her an sapabileceğinin ve hatta başlangıcın bile yanlış olabileceğinin önemli bir delilidir. Dini dinin sahibinden daha çok bildiğini iddia etmek, anlamak yerine kitabı zihnimize göre anlamlandırmak, ilahi vahiy için ve ona rağmen söz söylemek, kibarca, mütevazi bir şekilde “rabb”lik taslamaktır. Ancak kaynağın merkezine ilahi vahyi almış kişilerin de sapmayacakları kesin, mutlak değildir. Burada önemli olan varoluşsal sorgulamaların konjonktüre tercih edilmemesi ve Kur’an’ın anlattığı insanlık tarihindeki küfür-hakikat, şirk-tevhid diyalektikleri, çatışmaları bugüne sağlıklı bir şekilde taşınabilmesidir. Eğer bu yapılmazsa Müslümanlar zamanın ve şartların getirdiği tercihler içerisinden tercih yapmak zorunda kalabilirler.  Müslüman için her zaman üçüncü, dördüncü ve daha farklı bir yol vardır. Yeter ki Müslüman İslam tarihini Hz. Muhammed sonrası dönem olarak değil, Hz. Adem’den beri gelen tevhid akidesi olarak görsün, sistemin yozlaşmasını dönemsel evreler değil hakikat ile olan ilişkilerimizin bozulmasının neticesi olarak görsün, Kemalizm veya diğer egemen ideolojilerle savaşırken asıl olanın müşriklerin Allah’ın dinine alternatif din algıları olduğu unutulmasın. Yani vahyin ilk emri bağlamında hayatı, yaratan “rabb”in adı ile okuyabilme basireti, feraseti Müslümanların üzerinden kalkmasın.

Kur’an’da, “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir” ayeti Müslümanların misyonunun ne olduğu bağlamında önemli bir yer tutmaktadır. İslami mücadelenin son dönemlerindeki en önemli savunucularından olan Seyyid Kutup’un “Yoldaki İşaretler” adlı eserinde tanımladığı “Kur’an Nesli” önemli bir duruma açıklık getirmektedir. Kutup: “bu nesil kitabı uygulamak için bilgilenen bir nesildir. Bu nesil Kur’an’ı entelektüel bilgi için araştırmak ve haz almak için bilgilenme amacı ile okumazlardı,” demektedir. Yine Kutup “la ilahe illallah hayat tarzıdır” mottası ile Müslüman kişi veya toplumlar için şartlar ne olursa olsun tevhidi bir hayat tarzı biçimine getirmenin önemini vurgulamaktadır.

Bugün Türkiye toplumu kaba bir genelleme ile bir “kimlik krizi” yaşamaktadır. Bu kimlik krizi sadece etnik gruplar bağlamında değil, dini ve çeşitli ideolojik gruplar bağlamında da yaşanmaktadır. Siyasal zemin çok kaygan, şartlar her türlü geçişe müsait durumda. Bugün çeşitli grupların ortaya çıkış amaçları ile bugün içinde bulundukları faaliyetler arasında fersah fersah uzaklık bulunmaktadır. Çünkü bir devlet bütün temel dinamikleri bağlamında dönüşüm yaşamaktadır. Bütün dinamikleri bağlamında en başta burjuvalar değişmekte ya da alt sınıftan üst sınıfa çeşitli geçişler mümkün kılınmaktadır. Bu sınıf atlama çoğu grubu (lideri ve kanaat önderlerinin tavrına göre) mücahitlikten müteahhitliğe, devrimcilikten muhafazakarlığa(statükoculuğa), İslamcılıktan maslahatçılığa dönüştürmektedir. Elbette insanların görüşleri değişebilir, kendini tanımlama argümanları farklılaşabilir, bir görüşü savunur iken bir başka görüşü savunur duruma gelebilir; ancak bu dönüşümün sağlıklı ve ahlaki olabilmesi için akli, ilmi ve kendi içinde tutarlı olması gerekmektedir. Müslümanlar açısından ise Kemalizm korkusu akletme/düşünme basiretini tırpanlamakta, konjonktürel tavırları aklileştirme/nedenselleştirme biçiminde pratiğe yansımaktadır.

Bugün Türkiye’de sivil siyasetin alanının genişlemesi oldukça önemli bir gelişmedir. Ancak Türkiye’de genişleyen sadece siyaset alanı değil makro anlamda devletin ekonomik gücüde büyümektedir. Bu büyüme çoğu grubun kimliğinin aksine davranış sergilemesine neden olmaktadır. Reel siyaset ile değer siyaseti ciddi bir çatışma yaşamakta ve her alanda reel siyaset üstün gelmektedir. Reel siyaset bağlamında siyaset üstü olduğunu iddia eden gruplar reel siyaset içinde erimekte ve iddia ettikleri kimliklerinin aksine davranışlar sergilemektedirler. Bu da askeri vesayetin, baskının kaybettiği bir ortamda sivil siyasetin kazanımlarını göz ardı etmeden “siyaset kazanıyor ancak kimlikler kaybediyor”, İslami bağlamda ise “İslami kimlikler konjonktüre teslim oluyor” eleştirisini yapmayı mecbur kılıyor.

“Kim”lik

Asimile ediliyoruz uyan ey ben-i Âdem

Evcillik adına evsizleştiriliyoruz.

Kimliğin evi ilahi değil artık,

Pespaye tanımlamalar, müphem kişilikler…

Her şeyimiz gibi kimliğimizde beşerdir artık,

İnsan olmak mı? Önce lâ diyebilmek.

Kulluğu teke düşürmek,

Kölelikten özgürlüğe kadîm, peygamberî firar gerek.

Yazıyı Paylaş

ragipergun@tashih.com.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir