Böylesi Bir Alt Üst Oluş Hangi Geçmişte Var?

Yazıyı Paylaş

Tarih, Toplum Ve Düzen

1: İnsan, ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamayan özellikleriyle sosyal bir varlıktır; toplu halde yaşar. Toplu yaşamanınsa başından beri bilinen gerekleri, kuralları ve uyulacak ortak sınırları vardır.

Yaratılışı ve yapısal özellikleri gereği insanlar, en temelde yeme içmeye; giyinmeye; barınmaya; aileye ve üremeye; doğal olarak iletişime ve sosyalleşmeye ihtiyaç duyar.

İhtiyaçlarını karşılamak içinse özgürlük; güvenlik; huzur; adalet; uyum; hakettiğini almak; geleceğinden emin olmak; başı derde düştüğünde çözüm bulmak peşine düşer.

İnsan bunların sağlanması ve elde edilmesi için toplumsallaşır, topluma karışır; maddi manevi türlerde münasebetlerde bulunur; alet icat eder; aletlerle üretir; toplar dağıtır; dayanışır paylaşır; alır satar; mekanlaşır şehirleşir; kültür üretir; ve siyasal bir düzen kurar.

2: Geleneksel toplumsal örgütlenmelerde, ferdi tutum ve toplumsal münasebetlerde güzeli çirkini, doğruyu yanlışı, edebi adabı, uyulacak sınırları, önem verilecek sembolleri, takip edilecek yolları evvela aile, cemaat ve şehirler öğretir yaşatırdı; hayat, değer temelli yaşanırdı. Otorite icap ettiren siyasal düzeniyse yerelden genele yöneticiler sağlardı; yöneticiler sürü sahibi çoban hükmündeydi. Yöneticilerle yönetilenler benzer meşruiyete tabi olurdu.

Modern toplumlardaysa bu işlerin tümünü yalnızca devlet sağlıyor; eğitim sistemi ve bürokrasisi, ordusu ve emniyet güçleri, hukuk mekanizması ve hapishaneleri, yasama meclisi ve hükümetleri, değerleri ve sembolleri ile kurumsal yapısı ve merkezi iktidarı ile devlet.

Devletten ne beklenir? Devlet niye vardır? Geleneksel toplumlarda toplumdan ayrı bir sınıf olarak örgütlenen ama yönettikleriyle aynı kaynaktan meşruiyet sağlayan iktidar tipleriyle kıyaslandığında modern toplumlarda, sosyal sözleşme ile topluma dayanarak meşruiyet sağladığı söylenen devlet türleri, isabet midir isabetsizlik mi? Ya da modern olanın üstünlüğünü eskisine kıyasla savunanlar ne kadar haklıdır?

3: Modern toplumsal biçimlerde insanları, kalabalık olmaktan toplum olmaya sevk eden, bir arada tutup bütünlük sağlayan, dayanışmayı ve kaynaşmayı iler kılan; iş bölümünü, iş birliğini, sosyal kültürel bağları, üretimi tüketimi, ortak kültürü ve lisanıyla iletişim imkanlarını açık tutan nasıl bir din/ideoloji ise, aynı din/ideoloji toplumsal düzeni koruyup denetleyecek devleti de yapısal olarak şekillendirendir.

Modern çağın başlarında görüldüğü üzere bunun tersi de mümkün oldu; önce ulus devlet kuruldu, sonra devlet, eğitim sistemi ile kendi ulusunu/halkını yarattı.

Şu halde toplumsal ideoloji her neyse, o, devletin kurumsal yapısıyla da uyumludur yahut tersinden devlet toplumsal ideolojiyi üreterek yöneten yönetilen uyumunu sağlar. İki halde de uyum aranır; uyumsuzluk, kaos kargaşa demektir ki bu şartlarda toplumsal bir düzenden, siyasi bir yapıdan bahsedilmez.

Klasik toplumlar yöneten-yönetilen, efendi-köle; mülk sahibi mülksüz şeklinde siyasi olarak yapılanırken modern toplumlar; sermaye-emek; patron-çalışan; zengin-yoksul; devlet-yurttaş; ileri düzeyde uzman-sıradan uzman vs. şeklinde siyaseten örgütlendi. İkisinde de sosyal sınıfsal karşıtlık doğal olarak birincilerin lehine statü ve imtiyaz sahibi olmayı tayin etti.

Modern bir toplumsal düzen siyaseti kabilecilikten, yönetimi ayırımcılıktan, iktisadı vurgunculuktan, kamusalı dayatmacılıktan, ahlakı maslahatçılıktan, güveni mafyacılıktan, hukuku kayırmacılıktan, dini istismardan kurtarmak söylemiyle örgütlenirken devlet de, olumlu unsurları temsil ve geçerli kılmak için yeniden şekillendi. Modern çağda devlete bunun için ihtiyaç duyuldu, o da, bunun için varım dedi.

4: Modern devlet, toplumsal birliği sağlamak ve topluca uyulacak sınırları tespit edip onları adaletle uygulamak için gelenekte tekli gözüken iktidarı üçe paylaştırma esasına dayandırdı: yasama iktidarı, yasayı uygulama iktidarı, bu ikisini denetleyecek yargı iktidarı. Teoride üçlü iktidar birbirinden bağımsızdır, birbirini dengeler.

Uygulamadaysa iktidarın merkezileştiği ve tekleştiği görüldü. Parlamentolarda çoğunluğu alan partiler yürütme yetkisine sahip olurken aynı çoğunluğa dayanarak yasa yapma hakkına da kavuştu. Yargı bürokrasinin özlük haklarının dağıtımını eline alan hükümet, çıkarttığı yasalarla hükmetmesini da sağladığı için bu iktidarı da ele geçirdi.

Geçmişte tüm iktidarları şahsında birleştirdiği için monarşiye, diktatörlüğe, krallığa karşı olanlar; kurumsallaşan devlet şeklinde tekli iktidarı yeniden ürettiklerinde, sadece şekli değiştirmiş oldular.

Denmeli ki modern devletler, muhteva olarak iktidarın merkezileştiği ve tek elde toplandığı modellerdir. Önceki aşamada bu iş zaten böyle yapılıyorken yeni aşamda bu şekli değişime neden ihtiyaç duyuldu?

Söylem oydu ki eskisinde meşruiyet tanrısaldı, gökseldi; yenisinde toplum oldu, yeryüzüne indi. Eskisinde insanlar kralın kullarıydı yenisinde devletin eşit yurttaşları oldu.

Bu arada önemli başka şeyler de oldu elbet: Kral yıkıldı yerine, cumhuriyet kuruldu; tarım ekonomisini temsilen toprak sahibi aristokrat gitti yerine, sanayi toplumunu ve teknolojiyi temsilen tüccar burjuva geldi; kilise-cemaat üyesini temsilen esnaf-köylü-serf gitti yerine, sivil ve ulus toplum üyesi yurttaş geldi.

Ve elbette bilgi, bilginin kaynağı, bilgi üretme usulü ve bilginin mahiyeti değişti; hakikat, İncil sahifelerinden ve otorite sayılan ruhbandan değil doğadan, doğadaki varlıklardan, doğal düzenden akılla keşfedilmeye başlandı. Tanrıyı nesnelleştirip mülkiyetine geçiremeyen insan artık doğayı nesnelleştirip mülkiyetine geçirebilirdi.

Batı tarihine ve tecrübesine, siyasal ve toplumsal süreçlerine bakıldığında yenisinin eskisinden daha “iyi” olduğu söylenebilir; onlar bakımından doğrudur da. Peki aynı iyi olma hali Müslüman toplumlar ve onların tarihsel siyasal süreçleri için de söylenebilir mi?

5: Sorunun doğru cevabı, Müslüman toplumların kendi tarihi ve siyasi toplum tecrübesiyle ve süreçleriyle irtibatlıdır.

En başta demeli ki, tarihte kimi unsurlarıyla İslami devlet olan yönetimlerin, benzer şekilde Batıdaki emsalleri gibi sultanlık, hanedanlık ve tiranlık oldukları doğrudur.

Fakat, gerek klasik iktidar modellerinde olsun gerekse modern devlet modellerinde, Müslüman millet/ümmet yapılanmasıyla Batı tarzı toplum yapılanmaları kıyas kabul etmez. Geçmişin İslami siyasi yapılanmaları da Batılı emsalleriyle değil sahih İslami siyaset yapılanmasıyla kıyaslanır.

Tarihte uygulaması bilinen farklı Müslüman milletlere ait modellerin şu kadar veya bu kadar İslamiliği yahut, İslami hakikatin tezahürü olan toplumsal siyasal reel gerçekliğin uygunluğu uygunsuzluğu, Batılı referanslarla değil asr-ı saadet olarak sahihleşen kendi orijinal referansıyla kıyaslanmalıdır. Bu tespiti düzeltirsek şayet, her çağda sahih model için var oluşun imkanları bulunur, sorumluluk başlar.

Geçerken denmeli ki son yıllarda asr-ı saadetin değersizleştirilmesi için Batıcı referanslarla yapılan özel çalışmaların yaygınlaştırılması, masum olmayıp aleyhte değer yüklü Batıcı ideolojik değer yüklüdür.. Referans derken hangi esasları dikkate aldığımızı belirtelim.

6: İslam’da öncelik, Müslüman millet yapılanmasıdır ki bu oluşum, inanç temelli ve velayet bağlantılı müminler toplumuna dayalıdır. Millet; aynı temelde oluşan cemaatlerin bileşiminden oluşur. Bu modelde insanlar gerek kendi aralarındaki ilişkileri olsun gerekse diğerleriyle kurdukları her türde münasebetleri olsun, İslam şeri hukuk nizamına göre düzenleme yapılır. Doğal olarak siyasetleri de bu temelde kurulup yürütülür.

İslami devlette “teşri faaliyeti” olarak bilinen yasa yapma yetkisi yani iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, adalet ve zulmün ne olması gerektiğinin ölçüsü müstakilen siyasi iktidara verilmez.

Teşri faaliyeti olarak nitelenen yasa yapma yetkisi, geçimini kendi temin eden özerk ilim ehline ait bir haktır. İlim ehli, iktidardan bağımsız medrese sistemiyle ve ilim havzaları türleriyle şehir merkezlerinde yaygın bilgi üretim merkezlerinin mensuplarıdır. Bu sistemde hem İslami usulle bilgiler üretiliyor, içtihatlar yapılıyor, toplumun ve devletin ihtiyaçları karşılanıyor ve hem de, ehil yargıçlar çıkartılıp hukuki sorunlar çözülüyordu.

Medreselerde ve havzalarda sabit yazılı yasa metinleri yoktur; yazılı kaynak olarak Kur’an ve Sünnet/hadisler vardır, bu iki kaynak sabittir, bunlara dayalı dinamik bilgi üretim yapılmaktadır.

Yargıçların tümü içtihad ehli oldukları için her sorun çözülüyor, her ihtiyaç karşılanıyordu. İçinden çıkamadıkları meselelerdeyse uygun buldukları usulle işi çözüyorlardı.

Bu öznel yapı, aynı zamanda iktidarı denetleme gücü ve yetkisini de elinde tutan bir güce sahipti. Güç, resmi kanalla desteklenmekten değil millet nezdinde isabetli görüşleri, karakterleri, takvası ve tutumlarıyla meşhur olmaktan kaynaklıydı.

Siyasi iktidar, devlet işlerinde ve bürokraside şeri yasalarla meşrulaştırmak zorunda kaldığı düzenlemeleri ve siyasi sınırlarda kalmak kaydıyla tayin ve atamaları yapma, ihtilaflarda nihai karar verme hak ve yetkisine sahipti. Dini muhafaza ve müdafaa etmesi başlıca vazifesi olduğu ve bundan hiç vazgeçmediği için yöneticilere zalim de olsalar itaat edildi, muhalefet yöneticinin şahsıyla ve zulümleriyle sınırlandırıldı.

Bu sistem sultan halifelerin siyasi hükümran oldukları devrelerde kısmen değişti; siyasi iktidarlar devlet yapılanmasında dinden bağımsız örfi hukuka dayanır oldularsa da, kendilerini İslam ile tanımlamaktan hiç vaz geçmediler. Bu hususun gereğini anlamak önemlidir çünkü, hem toplumsal düzen İslami şeri yasalara göre işliyordu hem de, kurucu unsur olarak sözü geçen millet Müslümanlardı..

Bu modelde, yönetilenlerden bağımsız, onların üstünde ve dışında özerk bir devlet çıkmaz. Kurumsal yapısıyla iktidarı merkezileştiren ve tekelleştiren özerk bir güç oluşmaz. Oluştuğu zamanlar, zorbalığın hükümran olduğu, güç dengelerinin iktidar lehine değiştiği zamanlardır ki, bu hal, nesillerin kendi imtihanlarını verdikleri bir haldir.

Bu şartlarda hakikate şahitlik eden ilim ehlinin vasfı ve tavrı önemlidir çünkü ilmiyle alim modeli bu şartlarda da salihlere öncülük etmiştir. Bir taraftan sahih modele bakarak doğrusu için muhalefet ve mücadele eden öncü salihler, diğer taraftan şeri hukuk nizamını muhafaza etmek ve İslam milletini korumak için mücadele ettiler.

Böylesi şartlarda bu modelin kendine haslığının önemli bir göstergesi daha vardır; devletin, İslamdan bağımsız, milletten uzak ayrı bir örgüt olduğu durumlarda, devletten bağımsız cemaatlerin İslam’ı bir hayat nizamı olarak yaşatmış olmaları gerçeğidir.

7: Bu gün hemen tüm dünyada yaygınlaşıp uygulanan Batı tarzı modern devlet modeli, Batıda tarihsel ve sosyal şartlarında gelişmiş, Hıristiyan teolojisinin meşruiyet sağladığı muhtevada bir modeldir. Bunu İslamında onayladığını düşünenler, İslami hakikati reel sosyal ve siyasal gerçeklikten hareketle düşündükleri için öyle sanıyorlar.

Modern çağ, dini metafizik alana yollayıp fizik hayatı seküler bilimle düzenleyip seküler ilahiyatla meşrulaştırdıysa bunun, her toplumsal ve tarihsel süreçle uyuşması beklenemez. Doğal da değildir.

Buna rağmen bu model çağdaş dünyada biricik kabul edilebiliyor ve her kültürde taklit edilebiliyorsa, bir tarafıyla küreselleşen ve tekleşen sistematik etkisi karşısında dirençsizlikse karşılaşıyor ve teslim alıyor oluşunu; bir tarafıyla da geri kalmışlık sendromuyla ilerlemecilik aşkına rıza temelli tercih sonucu oluşunu görmek gerekir.

Modelin rıza temelli izahı, ilerlemeci modern tarih felsefesine, bu felsefeye dayalı insanlık tarihinin toplumsal aşama ve medeniyet süreçlerine dayalı şablonik anlatımına güvenden kaynaklıdır; Batı aklına, bilimine ve dinine sempati mevzu bahistir.

8: İslam tarihinde kana ve soya dayalı hanedanlık ve sultanlık gibi unsurlarıyla İslami siyasetten sapmış ama İslamı muhafaza ve müdafaa etmiş devletlerini; inanç temelli Müslüman toplumsal yapılarını;

Batıcı aklın ve hakikat anlayışının kılavuzluğunda okumak, modern tarih felsefesini doğru kabul edip geri toplumsal aşamanın nesneleri yapmak olur ki, bu hak değildir, insafa da sığmaz. Modern olanını reel gerçeklik kabul ederek hakikat budur manasına tanıtıp sunmanın neresi hak kabul edilir, insaflı sayılır ki!

İslami tarih sürecinde gelişen modeller tümüyle olmasa da bazı unsurlarıyla İslami devlet oldukları için eleştirilip eskitilebilir ama bu, Müslüman perspektifinden yapıldığı zaman anlamlıdır. Buna rağmen bu iş, niteliği ve referansı itibarıyla İslami olmayan unsurların İslamileştirilmesi manasına gelmez.

Geçmiş modeller kendi tecrübeleriyle birer ibret tablosu olarak okunabilir ve sahih referansla kıyaslanırsa, sonrakiler için doğrusunu üretmenin, her neslin kendi şartlarında yeniden var oluşa teşebbüs etmesinin önü açılır. Aksi hal İslam’ın Hıristiyanlaşmasına yol açabilir.

9: Şimdi modern çağdaş toplumu ve siyasetini veri olarak kabul eden ve buradan hareketle düşünen akıl, nereye dayandığını ve neyi savunduğunu düşünüyor olabilir mi? Şayet öyleyse diktatörlüğü gösterip kendini kötünün iyisi olarak lanse eden çağdaş demokrasiye ve savunucularına sormalı; kötüyü anladık ta siz de ne var? Neyi savunuyorsunuz?

Vurguncu kapitalizm kimin nesi? Beyaz insanın hakları kimin fesi? Herkese ait olanın sermayeye peşkeş çekilmesinin neresi insani, neresi ahlaki? Toprağı zehirleyen, suları kirleten, doğayı tüketen, DNA ve GDO’larla oynaşıp milyarları açlığa, sefilliğe ve çaresizliğe mahkum eden teknolojiyi üreten bilim de ne?

Nasıl oluyor da 26 kişi 3.5 milyar insanın toplam servetine denk servete sahip olabiliyor? Nasıl beceriliyor da dünyanın her ülkesinde nüfusların yüzde biri servetlerin yüzde seksenine sahip olabiliyor, yüzde seksen yüzde yirmiye talim edebiliyor?..

Bu uygulamaların her birisi kuraldır hiçbirisi istisna değil; geçici değil devamlıdır; rastgele değil sistematiktir; yeni değil başından beridir.

Siz hangi geçmişte böylesi bir alt üst oluş, değişim dönüşüm biliyorsunuz?

Yazıyı Paylaş

huseyinalan35@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir