Rızk Tehdidiyle İtaat Bekleyen Muktedirlere Karşı Müslümanca Tavır

Yazıyı Paylaş

Tarihin her devresinde ve her toplumunda görüldüğü zorbaların ortak özellikleri vardır: Bunlar sayısal olarak azınlıktır. Buna karşılık örgütlenmeyi ve yönetmeyi biliyor, bir düzen kurmayı ve düzeni ayakta tutmayı beceriyorlar. İnsani, mali, kültürel ve sosyal sermayeyi iyi kullanıyorlar. Kendi aralarında dayanışıyor, birbirini koruyorlar. Yerli ve yabancı müttefiklerle, yaptıkları anlaşmalarla güçlerini pekiştiriyorlar.

Hemen her toplumda tarihsel referans, egemen kültür ve zihinsel hafıza, toplumsal birliği ve statü dağılımını meşrulaştırmaktadır. Liderler, kabul edilmiş bu değerler sistemine göre statüleri iktidar konumunda olanlardır. Onlar emir sahipleri, son sözü söyleyenlerdir. İtaat edilenlerdir. Dolayısıyla toplumsal yapıyı sahiplenenler, düzeni işleten ve yeniden üretenlerdir. Statüsü düşük olanlarsa liderlere bağlı kalmaya, onları takip etmeye ve onlara itaat etmeye hazır halde oluyorlar. Bu kabulü ve sosyal statüleri sağlayansa değerler sistemi oluyor.

Günümüzde bu satatüdekiler tarihteki benzerlerinden daha kurnazdır. Geçmiş tecrübeden iyi ders çıkartmışlardır. Artık liderler doğrudan muhatap olmuyor, şahsen ortalıkta gözükmüyor. Modern çağda artık kurumsallaşmış devlet ve kurumlarını ayakta tutan bir sistematik söz konusudur. Böylesi bir toplumsal yapıda ve siyasal düzende liderleri, statülerini, sınıfsal imtiyazlarını ve çıkarlarını koruyan, sistemi ayakta tutan yasalar ve kurumlar, şiddet kullanma tekeline sahip yasa koruyucular vardır.

Bu tür sistemlerde düzene biatlı, sistemle derdi olmayan dolayısıyla sistemin bir parçası olan sosyo kültürel temelli sivil toplumlar ve iktidar amaçlı siyasi partiler oluşmuştur. Bunlar devlet ve kurumlarıyla halk arasında ara katmanlardır. Bunların derdi sınıfsal çıkarlarını korumak, muhalefeti bu çapta yürütmektir. İşler bunlar aracılığıyla yürütülür. Bu sayede sistemin ve yapının devamı herkesin menfaatineymiş gibi gösterilir. Ahaliyi statü ve servet dağılımına ikna etmekse akademya, ruhbanlar ve medyaya düşüyor.

Liderler sistematik olarak orta ve alt statüdekileri sürekli olarak kendilerine bağımlı ve muhtaç halde tutuyorlar. Kendilerinin varlığıyla var olduklarını düşündürtüyorlar. Dirlik ve düzenin korunması, yasalara itaat, kamusal düzen, yüceleştirilmiş kurumlar ve değer sistemleriyle işler kutsallaştırılıyor. Çağdaş ideolojiler burada devreye giriyor ve bu işleri meşrulaştırıyor. O sebepel kurumsal mekanizmaya, değerler sistemine, birlik ve bütünlüğe halel getirecek, ciddiye alınır bir muhalefet ortaya çıkarsa hepsi birden ona karşı azgınlaşıyor, kurumsal şiddeti harekete geçiriyor ve hep birlikte çullanıyorlar. Çatışmanın gerçek sebebi, haklılığı ya da haksızlığı rahatlıkla gizlenebiliyor. Gizleme işini de ikna ediciler yapıyor.

Kuran’ın sıkça bahsettiği Nemrut, Firavun tipi yönetici, Mekke’deki veya Roma’daki meclisli lider tipleri gerek tek gerekse gurup olarak kendi şartlarında, toplumlarında ve tarihsel dönemlerinde kalmış karekter tipleri değildir. Bu tipler ve karakterler her zaman vardır ve hala canlıdır. Fakat bu gün karşımızda doğrudan bir Firavun’u, Nemrut’u, Sezar’ı, İskender’i, Velid b. Mugire’yi, Ukbe b. Muayt’ı, Ebu Cehil’i, Ebu Leheb’i göremez, şahsen muhatap olamaz, ikili ilişki kuramayız. Kuran, nazil olduğu dönemdeki liderleri ve kıssalardaki benzerlerini “şahsi varlık” olarak niteliyor. Doğrudan muhatap gösteriyor. Oysa bu gün onların benzerleri şahsi varlık olmaktan daha çok kurumlaşmış, sistemleşmiştir. Geçmişin ilkellikle suçlanıp günümüzün gelişmilik ve uygarlıkla tanıtılması da bundandır. Akıllar burada karışıyor.

O halde bunların bu günkü karşılığını anlamamız gerekiyor. Bu durumda ilk söylenmesi gereken, her toplumda aynı rolleri oynayarak insanlara hükmeden, değerler sistemini ve gemen kültürü üreten ve yayan, sosyal statüleri dağıtan, iktidar itaat ilişkisini kuran, kalabalıkları çekip çevirerek onlara yön verenleri tanıyabilmek önemlidir. Günümüzde çok az bulunan krallık rejimleri istisna tutulursa şahsi liderlikten değil kurumsal yapılardan söz etmeliyiz. Artık devletler kurumsal yapı ve sistematik bir mekanizma olarak vardır. Kendisi ve kendisini ayakta tutan kurumları ve bürokrasisi ile devlet, “gayri şahsi” bir varlık, “tüzel” bir kişiliktir. Soyuttur. Hukuken vardır. Devlet görkemli binaları, titreten üniformaları, yüceltilmiş kurumları, üstün tutulan mevzuatı ve karar alınan meclisleriyle varlığını hissettirir.

Tüzel kişilik olan devlet, otoritesini, yetkilerini ve icra gücünü bizzat ve şahsen kullanamayacağı için yetkisini temsilcileri ve yetkilileri eliyle kullanır. Temsilciler, bir şekilde seçimle belirlenen insanlar, yetkililerse atanan bürokratlardır. Her iki grup, mevcut anayasal mevzuat çerçevesinde, kendilerine ayrılmış sınırlarda devlet adına hareket ederek toplumsal işleri yürütür. İktisadi, sosyal, siyasi, güvenlik, adalet, savunma, eğitim, ulaşım, haberleşme, imar vs işlere bunlar karar verir. Böylece düzen ayakta tutulur. Çağdaş devletler, eskiye kıyasla burjuva sınıfının icat ettiği yapısal bir aşamadır. Dolayısıyla ilk elde liderlik sermayeye aittir. Sermaye doğrudan ortada olmadığı, devletin sahibiymiş gibi görünmediği için için onun adına haretek edenler, temsilciler ve bürokrasidir. Bunların yanına sonradan eklenen medyadır.

Liderlerik mekanizması hiyerarşik bir dizilişe tabidir. Bürokrasi sistemi işleten, temsiciler ahaliyi itaat ettiren, medya ve ruhban da isyanı önleyip ikna ettirendir. Bunlar hep birlikte birliği ve düzeni temsil edip ayakta tutuyor. Bu durumda sorumluluk bu işleri yapan insandadır. Bu insanın Kiliseye, Havraya, Camiye, meyhaneye vs gidip gitmemesi önemli değildir. Önemli olan buralara gelen insanların mevzuata uyup uymadığı, sistemin bir parçası veya karşıtı olup olmadığıdır. Dikkatli bakılırsa muhatap yine insandır.

Devlet, bu gün ilahlık rolünü üstlenmiştir. Zira iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı devlet/mevzuat belirliyor. Değerler sistemini o üretiyor. Egemen kültürü o yayıyor. Nihai kararı o veriyor. Kendine itaat o istiyor, karşısına çıkanları o cezalandırıyor. Devletli sınıf denen, devlet adamlığı denen şey bu. Halktan ayrı, onun üstünde ve karşısında. Bu gün çağdaş hiç bir devlet, kuruluş ve yapısal niteliği gereği vahye dayanmaz. Meşruiyetini ve halkla bağlantısını İslam’la yapmaz. Haram helal ölçüsü tanımaz. Halbuki itaat ve kulluk ilişkisi buradan başlar.

Gerçekte insanlar bir devletle var olmuyor. Dolayısıyla yaratılışı, yaşamı ve geleceği devlet sağlamıyor. Rızıkları devlet vermiyor. Tersine devleti var edenler ve şekillendirenler insanlardır. Ama bunun tersi geçerli tutuluyor. İktidar itaat ilişkisinde değerler sistemini göz ardı ederek devlete veya sistemine tabi olmak, bu uğurda var olduğunu düşünmek şirktir. Bu sebeple devleti emir sahibi olarak görmek, emrin referansını devlete bağlamak, soyutta onun ilahlığını onaylamaktır, somutta onun bir parçası olmayı kabul etmektir.

huseyinalan35@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir