Parlamentonun İngiltere Özelinde Kısa Tarihi ve Muhalefet

Yazıyı Paylaş

Günümüzde parlamentoların asli yetkisi kanun yapmaktır. Fakat demokratik parlamentoların tarihsel açıdan erken örneklerinden kabul edilen İngiltere’de başlangıçta durum böyle değildi. Ağırlıklı olarak vergiye rıza gösterme veya vergi konusuyla alakalı sınırlandırmaları ve şartları belirleme bir manada bütçe konusunda bir mutabakat tesisi işlevi görüyordu.

İngiltere’de 1066 yılındaki Norman istilasından önce Anglosakson Krallığı vardı. Anglosaksonlar örf ve adetlerine bağlı kimselerdi. Bu zamanlarda İngiltere’de Kral, hukukun kaynağı olarak görülmezdi; hukukun örf ve adetlerden kaynaklandığı kabul edilirdi. Kralın yasa koyabilmesi için krallığın kendisine “Witan” ismi verilen “bilge kişiler (wise men)”den oluşan Witenagemot isimli meclisin sarih veya zımni rızasını alması gerektiği kabul edilmekteydi
Normanların istilası ile (1066) Anglosakson Krallığına son verdi. Adayı ele geçiren Fatih William, Kralın witan’lara danışması gerektiği yolundaki örfe uydu ve onların “Witenagemot” isimli meclisini dağıtmadı. Dahası bu Meclise kendisini Kral olarak ilân ettirdi. Tabi ki İngiltere’yi fethinin akabinde bu Normandiya Dükü ada topraklarını adamlarına dağıtmıştı. Bu meclis süreç içinde feodal beylerin, asilzadelerin ve din adamlarının meydana getirdiği bir meclis halini aldı ve bu meclise “Magnum Concilium” (Büyük Şura) ismi verildi. Kralların gücüne göre uyup-uymamakta özgür olduğu, yargı organı hakemlik müessesesi durumundaydı.

Bu Büyük Şura’nın ( Magnum Concilium ) görev ve yetkileri tamamen istişari nitelikte olsa da kral önemli bir ferman çıkaracağı zaman bu meclise danışmasının zorunlu olduğunu kabul ediyordu. Fatih William’dan sonra çocukları arasındaki taht kavgaları sırasında “Büyük Şura’”nın etkinliği daha da arttı. 1199-1216 yıllarında İngiltere Krallığını Yurtsuz John (John “Lackland”) yönetti. Baronlar John’a karşı ayaklandılar. Sonuçta Yurtsuz John, baronlarla anlaşmayı kabul etti ve onların istedikleri Magna Carta Libertatum (Büyük Hürriyet Fermanı) isimli belgeyi 15 Haziran 1215 tarihinde imzaladı.

Bu belge Kralın egemenliğini kayıt şart altına alıp, egemenliği meclise, iktidarı krala bırakmak; malı, mülkü, ırzı, gücü ele geçirmiş iktidarda olandan korumaya dair İngiliz derebeylerinin tedbiri mahiyetindeydi. Bu bakış açısında yönetimin tanrısal bir hususiyeti söz konusu değildi.

Büyük Şura’ya “parlamento” denmesinin tarihi 1230 yılından itibaren başlar. Kelime sözlük anlamı itibarıyla istişare, meşveret anlamlarına gelirken bu gün de kullanıp durduğumuz parlamento anlamına sahip olur.

Avrupa’daki emsallerinden farklı olarak İngiltere’de egemenlik ortaklaşa bir nitelik taşımış, yani kral çoğu kez tek başına hareket edememiştir. Zamanla farklı farklı isimler alsalar da bu meclisler kralın iktidarını az çok sınırlandırmışlardır. Demokratik bir hükümet sistemine sahip devletlerin hemen hepsi hiç değilse nazari alanda anayasanın üstünlüğü ilkesini benimser. Demokrasinin beşiği kabul edilen İngiltere’de bunun tam karşıtı olan bir sistemin, yani kralın değil parlamentonun sınırsız yasama yetkisine sahip bulunması esası ve parlamentonun da yasamanın meşruiyetinin dayanağı olarak örf ve teamülü işaret etmesi ilgi çekicidir. Kıta Avrupa’sında ve onun da doğusunda tanrıyla ilişkili hakimiyeti elinde tutan yönetici anlayışı Katolik inancının etkilerine rağmen toplumun genel kabulü durumuna gelememiştir

Fransa’da da 10 Nisan 1302 yılı, IV. Philippe’in İngilizleri taklit ederek ilk Etajeneroyu çağırdığı söylenir. Asaletlilerle mümessilleri toplantıya sokuluyordu. Eski Fransa’da, Etajenero adı verilen benzer meclis, aristokratlar, din adamları ve bunların dışında kalan toplum kesimlerinin temsilcilerinden oluşturuluyordu.

İngiltere ve Fransa’daki bu meclislerin ortak yönleri iktidarın, halkın top yekûn desteğini sağlama ihtiyacının sonucu oluştukları ve bu gaye için varlıklarını sürdürebildikleridir. İktidarlar sınıflara ayrılan veya ayırdıkları halktan yapacakları tahsilatın rızalığını bu meclisler arayıcılığıyla arıyor, oluşturuyorlardı. İktidarlar savaş veya başka sebeplerle zora girdiklerinde de bu meclisleri toplantıya çağırmaktaydılar. Toplumun temel zümreleri de fırsat buldukları oranda, iktidarın sınırlandırılmasının vesilesi olarak bu meclislerle iştigal etmekteydi. Ancak iktidarların parlamentoları lav ettiği durumlara da sıkça şahit olunmuştur. Buna ihtiyaç duymadıkları dönemlerde meclislerin hiç ortalıkta görünmediği de gözlenmektedir.

Yüzyıl savaşları esnasında 1337-1453 ilk saldırıyı başlatan İngilizler 1356 da Fransa kralı 2. Jean’ı devlet büyüklerinden çoğu ile birlikte esir aldılar. Fransa’da Kralın büyük oğlu tarafından etajenerolar toplantıya çağırıldı. Ortada kral yoktu ve oğlu zor durumdaydı; meclis yani din adamları, aristokratlar ve burjuva fırsattan istifade intikam da istiyordu. Meclis toplandı etajenaro’ların istekleri, başlıca maliye ve adalet bürokrasisinin azledilip mahkemeye verilmeleri, üç ordre (zümre) içinden seçilecek, hükümeti idare edecek bir Şura’nın kurulmasıydı. 1357 yılındaki meclisi oluşturanlar daha cesur davrandılar, her şeyi gözetmek üzere 36 üyeli bir komisyon tayin ettiler. Bununla, Krallık yani iktidar taahhütler altına giriyordu: Meclis onaylamadıkça hiçbir vergi konmayacak, adliye reformu yapılacak, bundan sonra paraları zayıflatılmayacak yani madeni paradaki değer oranı düşürülmeyecekti.

Bu monarşiler genel olarak toplumu üç ana kesime ayırmıştı: Birinci kesim din adamları, ikinci kesim soylular, Üçüncü kesim ise halkın diğer bölümlerinden oluşuyordu. Fransa’da 1302 yılında ilk defa olarak kral toplumun üç kesiminin birlikte temsil edildiği bir parlamentoya alan açtı. Meclis Yüz Yıl Savaşı boyunca görev yaptı. Yani 1337-1453 yılları arasında meclis açıktı. Çünkü savaş vardı ve toplumda rıza oluşumunu meclis aracılığıyla sağlama yoluna gitmek iktidarın işine geliyordu. Ancak 1560 yılına kadar 76 yıllık bir süre boyunca meclis toplanmadı. 1560-1614 yılları arasında tekrar görev yaptı. Bu tarihten sonra Fransız Devrimi’ne kadar tekrar ortadan kaybolmuştu. 1789 yılında büyük bir mali sıkıntıya düşen Kral XVI. Louis États généraux’yu tekrar göreve çağırdı ama olaylar monarşinin yıkılarak cumhuriyet yönetimine dönüşmesiyle sonuçlandı.

Bu süreçlerde Fransa örnekliğinde meşru kabul edilen kurumsal bir muhalefet fikri söz konusu olmamıştır. Meşruiyetini papa, dolayısıyla tanrıdan alan bir iktidar açısından yönetim nezdinde meşru siyasal muhalefet kabul edilebilir değildi. Katolik Fransa’da durum buydu.

İngiltere’de parlamentoyu oluşturan bir manada kabile reislerine göre yasanın kaynağı örf ve adetlerden oluşmaktaydı. Kral da bu örf ve teamüllere uyma konusunda diğer reislerden farklı değildi. İktidarı elinde tutan kralın, yönettiği toplum nezdinde, ilahi olanla alakalandırılması ve ona muhalefetin ilahi olana muhalefet manasına yorumlanması İngiltere’de görülmüyor. Bu anlayış Roma’da iktidarın imparatorun şahsında, Hristiyanlıkla birlikte de papanın şahsında tanrısal bir hüviyete bürünmesi düşüncesidir. Hâkimiyetin de bu tanrısal yöneticide bulunuyor olması ilahi olanla birlikte oluşunu kabullenmenin bir manada zorunlu şartı olarak mevcut olmuştur.

Tanrısal olan yönetici fikri, tanrıyla bağlantılı olarak hem egemen, hem de iktidarı elinde tutan bu kişiye muhalefetin siyasi manada da fikri veya dini bir takım hususlarda da ondan farklı düşünmenin meşru kabul edilmesi imkânsızdı. Böyle bir yönetim anlayışı, tanrının yönetimi veya hâkimiyetin tanrıda olduğu iddiasında bulunabilen bir yönetim düşüncesini ileri sürebiliyordu ve öyle de olmuştur.

Buna karşılık İngiliz Meclisi’nin hak ve yetkileri 13.yüzyılın sonlarına gelindiğinde adamakıllı artmıştı. O dönemde İngiliz parlamentosunda temsilci zümre sayısı çoğaltılmıştı: Baronlar, Yüksek Rütbeli Din Adamları, Şövalyeler, Burjuvalar (Kent-Kasaba) ve Kilise Temsilcileri. Baronlar ve Yüksek Rütbeli Din Adamları Lordlar Kamarası’nı, Şövalyeler, Burjuvalar (Kent-Kasaba) Avam Kamarası’nı oluşturmuştur. Bu meclise Örnek Parlamento adı verilmişti.

Krallar savaşlarını yürütebilmek için ihtiyaç duydukları parayı Büyük Şûra’dan istemeğe mecbur kaldıklarından, Büyük Şura kralın daha doğru bir değişle yönetimin daimi organı durumuna geldi. Zenginlerden vergi kesilmesinin yanında zenginleşen avamdan da vergi tahsiline imkân oluşturmak üzere oy vermek ve meclise vekil göndermek vergi vermekle ilişkilenmişti. Yönetim, yani kral daha çok vergi toplamak için avam kesimden de temsilcileri meclise dâhil etme yoluna gitti. İngiltere parlamentosunda iki odadan yani lordlar ve avam kamarasından bahsetmenin başlangıcı budur. İngiltere’de yönetim yapılanması kara Avrupa’sından başka bir rotada ilerlemekteydi.
Parlamento yani yönetim yapısı, artık Kral, Lordlar Kamarası ve Avam Kamarasından oluşan bu üçlü gurubu ifade ediyordu. Uzun süre sonra da olsa bu yapı içinde muhalif bir unsur da resmen tanımlanacaktır. İngiltere’deki Norman egemenliği 1455-1485 arasındaki “Çifte Güller Savaşı”na dek sürdü. Adadaki yerel yönetici sınıfları değiştiren ve yerine Fransızca konuşan yenilerini getiren bu yabancı monarşi, yenildi. Tudor ailesi yönetimi ele geçirdi. 1485’te tahta çıkan Tudor hanedanlığı döneminde (1485 – 1603) İngiltere’nin Katolik kilisesinden, yani papalıktan kopuşu gerçekleşti.

İngiltere’deki tarıma uygun toprakların yüzde yirmisini elinde tutan kilise, papalıktan kopunca, bu topraklar hızlı bir biçimde şahısların eline geçmeye başladı. Yandaş ekipler bunları paylaştı. Sanayi ve ticaret de gelişmekteydi. Bu gelişme İngiliz Burjuvasinin gelişmesiydi. Bir manada İngiliz devriminin oluşumu İngiliz burjuvasının gelişip güçlenmesinin sonuçlarındandı. Bu gelişen burjuvazi ve onun kalesi olan parlamento, Tudor hanedanını, yani son olarak VIII. Henri ve I. Elizabeth’i destekliyorlardı.

16. Yy. en güçlü Hristiyan devleti olan İspanya’nın her an yutmaya hazır olduğu bir İngiltere Kraliçesi, uzak denizlerde korsanlık yapanların İspanya’dan gizli el altından hamisi olarak orta sınıfın zenginleşmesine ciddi alanlar açtı. Yönetim Shakespeare’in eserlerinin izleyip içerdiği ağır eleştirileri sineye çekebiliyordu. 1603’de I. Elizabeth’in çocuksuz olarak ölmesinden sonra İskoçya kralı olan IV. James İngiltere tahtına geçirilmiş, I. James ismi ile kral olmuştu. Buna Taçların Birliği adı verilmiş ve 1604’de İngiltere ve İskoçya resmen iki ayrı krallık kalmalarına rağmen Büyük Britanya Kralı unvanını almıştır. Ancak Kraliçe I. Elizabeth’in ölümü üzerine tahta geçen Stuart hanedanı gelişen burjuvazi ve onun kalesi olan parlamentonun desteği yitirecek ve bunun sonucu da İngiliz Devrimi (1648)olacaktır.

Parlamento 1628 yılında çıkardığı “Haklar Bildirisi” ile parlamento kararı olmaksızın vergilendirmenin ve yasadışı tutuklamaların olamayacağını ilan etmiş, kral Anglikan kilisesinin de desteğiyle on bir yıl sürecek olan bir baskı rejimi uygulayacaktır.

Bu baskı döneminde İngiltere’nin özellikle parasal sorunlarına çözüm bulma konusunda yetersiz kalan Kral, 1640 ilkbaharında parlamentoyu yeniden toplamak zorunda kaldı. Fakat toplanan bu parlamentonun istediği vergi yasalarını çıkarma konusundaki olumsuz tutumu üzerine bu parlamentoyu dağıttı. Üç hafta kadar açık kalan bu parlamentoya Kısa Parlamento adını verdiler.

Aynı yılın kasım ayında parlamentoyu yeniden toplamak zorunda kalan I. Charles ve hükümeti, bu kez daha uzlaşmacı bir tutum içine girdiler. Ve 3 Kasım 1640’ta açılan bu parlamento, sekiz yıl sürdüğü için “Uzun Parlamento” olarak adlandırılır. Ve bu sekiz yılın ilk altı-yedi ayı sırasındaki gelişmelerin toplamı İngiliz Devrimi’ni oluşturur.

Bu parlamento eşraf ve zengin tüccarları temsil ediyordu. Uzak denizlerden gelen servetle semirmiş İngiliz orta sınıfı yönetimden pay istiyordu. Bu parlamentonun karşı karşıya kaldığı temel sorunlar vardı. Kralın, bakanlarının ve diğer sorumluların görevlerinden alınmaları ve cezalandırılmaları isteniyordu. Kralın emri altında bir ordu istenmiyordu. Parlamento Kilisenin denetimini de kendisi yapmak istiyordu. 1646 Naseby Savaşı’nı Parlamento ve Oliver Cromwell kazandı.

İç savaşın başlaması ordunun ve Cromwell’in durumunu güçlendirdi yönetimin askerlerin vesayeti altına girdiği bir döneme geçildi. I. Charles’i yakalandı 30 Ocak 1649’da öldürüldü. Ve bunun ardından İngiltere “özgür bir Cumhuriyet” olarak ilan edildi. Ama yağmurdan doluya koşulmuş, bütün güç kurtarıcı! Askeri komutan Oliver Cromwell’in elinde toplanmıştı. Bu gelişmeler Oliver Cromwell’i “İngiltere’nin efendisi, orduyu da en güçlü siyasi kurum” yaptı. Cromwell’in dikta yönetimi, öldüğü 1658 yılına dek sürdü. Toplanan kurul, Stuartları yeniden tahta çıkartmaya karar verdi. (1660)

1679’da “Habeas Corpus Act” haksız tutuklamayı yasaklayan kanun çıkartıldı. Bireysel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan bu yasa, yargı gücüyle, yürütme arasındaki dengeyi kuruyor ve tüm İngiliz vatandaşlarının yargıç kararı olmadan tutuklanmalarını ve uzun süre gözaltında tutulmalarını yasaklıyordu.

Daha sonra 1689’da çıkartılacak olan “Bill of Rights” ile de siyasal sistem içinde, parlamentonun ağırlıklı yeri belirleniyor ve Kral tarafından onaylanıyordu. Böylece yasama gücü yani hâkimiyetin parlamentonun inisiyatifine bırakıldığı tescil ediliyordu.

İngiliz Burjuva Devrimi, yeni soylular sınıfıyla ittifak halindeki burjuvazinin, feodal soylu sınıfa ve krallığın mutlak iktidarına karşı ayaklanıp iktidarı almasıdır. Burjuvazi, kralı tahttan indirdikten ve feodal beyleri yendikten sonra iktidarı ele geçirdi ve ticaretin, sanayinin ve kapitalist tarımın hızla gelişmesi için gerekli şartları kendisine oluştururken, toplumun üzerindeki baskı ve sömürüsünü iyice pekiştirdi.

18.yy itibariyle Parlamenter Rejim adını aldı. En önemli gelişme Avam Kamarasının vergi koyma hakkını ele geçirmesidir. Egemenlik önce meclis ile kral arasında bölüşülmüştü. Daha sonra Parlamento adını alan meclisin eline geçti. Halk tarafından seçilmiş olmaları ambalajıyla meşruiyet iddialarını Modernitenin siyasi teorileri içinde tartışılmaz olarak lanse edebildi.

Parlamento (Büyük Şura) önceleri kralın danışmanlarına karşı yoğun tepkide bulunmuştu. İngiliz kralları, İngilizce bilmeyip Fransızca konuştukları dönemde Büyük Şura toplantılarına katılmamışlardı. Bu sebeple Kralın danışmanları sorumluluğu olmadan kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebiliyorlardı. 1536 yılında bu durumu değiştiren, Kralın danışmanlarını yapmış oldukları siyasi eylemler sebebiyle sorumlu kabul eden düzenleme yapıldı. Zaman içinde bu kralın danışmanları bakanlar kurulu, bir kabine şeklini aldı.

İlk kabine 1679 seçimlerinden sonra Whigs’lerin yani liberallerin Kont Shafterbury etrafında toplanması ile oluşmuş oldu. Bundan böyle kabine, Avam Kamarası önünde sorumlu tutuldu. Sonuç olarak önceden kabul edilmiş bir doktrin olmadan, pragmatik bir davranış ile parlamenter rejim ortaya çıkmış oldu.

Avam Kamarası, tarihi gelişim sürecinin sonunda, Lordlar Kamarasından daha önemli hale gelmiş. Lordlar Kamarası üyeleri halen de genellikle toprak sahibi zengin eski soyluların devamıdırlar, siyasi önemlerinin büyük kısmını Avam Kamarası önünde kaybetmiş görünmekteler. Seçim reformları sonucu partilerin yapıları da değişmiş, partilerin etkileri seçmenler üzerinde artmıştır. Vekiller, partinin görüşlerine uymak mecburiyetinde kalmıştır. Çünkü tekrar seçilebilmek, ancak partiyle mümkün olabilmektedir. Durum bu gün de çok değişmemiştir.

İlk partiler 1679’da Whigs (Liberaller) ve Troy (Muhafazakârlar) şeklinde oluşmaya başladı. Bundan sonra Avam Kamarası ikiye bölündü iki kanatlı bir meclis biçimini aldı. Uygulanan seçim tekniği ile çift parti sistemi yerleşmiş, İngiliz siyasi sisteminde yerini almıştır. Sistemin iradesi çerçevesinde daima iktidar ve muhalefet olarak iki parti sürekli karşı karşıya kalmıştır. Batıdaki parlamenter sistemin meşru kabul edilen, sistem içi muhalefetinin başlangıç hikâyesi budur.

Yönetimin herhangi bir siyasi gruplaşmaya kendisini yerinden edecek ayaklanma, fitne olarak şüpheyle baktığı sürece muhalefetin hem gelişebilmesi hem de meşru kabul edilebilmesi hayli zordu. Batıda yönetimin hâkimiyetini devam ettirme refleksiyle yerini alması, muhtemel muhalif oluşumların meşru kabul edilmesin cevaz vermemiştir. Bu yaklaşımın bu gün de devam ettiğini söylemek mümkündür. Ancak terbiye edilmiş ve kontrol edilen muhalefet serbest bırakılmaktadır.

1684 yılında muhalefet olması bir yana en iyi partinin bile ulusun tümüne karşı bir ihanet olduğu anlayışı ilan ediliyordu.17. yüzyılın ilk yarısında bireysel olarak politikacıların hükümete karşı muhalefet etmeleri kabul olunmaktaydı; fakat bakanları aday göstermeyi etkileme amacıyla, gurup oluşturma düşüncesi, meşru olmayan bir girişim olarak kabul ediliyordu.

18. yüz yıla gelindiğinde fitneci muhalefet ile meşru kabul edilen muhalefet arasında az çok bir ayrım vardı. Muhalefet saygı gösterilmeyen bir hizipti.

İngiltere’de muhalefet genellikle çıkar gruplaşmaları çeşitli mevkiler için mücadelede birleşme üzerine oluşan, amaçları pek de tutarlı olmayan klikler durumundaydı. Bu dönemde sıkı sıkıya örgütlenmiş partiler durumu henüz oluşmamıştı.

1867’de oy verme hakkı nüfusun daha büyük kısmına tanınınca, bu durum partilerin gelişimini kolaylaştırdı. “Kralın sadık muhalefeti, örgütlü muhalefeti” halini aldı! Buna rağmen muhalefet liderine devletten maaş bağlanması tutucuların güçlü direnişiyle karşılaştı. Konu tartışıldı, çoğunluk, muhalefet liderinin parlamenter sistem içinde temel bir rol oynadığı ve muhalefeti yönetmenin de başlı başına bir «iş» haline geldiği görüşünü benimsedi.
Böylece, bu mevkiin bağımsızlığını güvence altına almak gereği doğuyordu. Şüphesiz, yasaya karşı öne sürülen en önemli iddia, var olan iki partili sistemi sürekli kıldığı, dolayısıyla da, yeni partilerin oluşmasını engelleyebileceği idi. Hâkimiyeti elinde bulunduran mekanizma yönetim yapısı içine alacağı muhalif unsuru tanımlayıp seçerek ona meşruiyet veriyordu.

1832 yıllarında Seçmen sayısı yaklaşık 1 milyondu. Sadece yeterli vergi veren oy verebiliyordu. 1867’de vergilerin indirilmesiyle, seçmen sayısında artış sağlandı; para kuvveti ve yönetimi belirleme arasındaki doğru orantı hep var olmaya devam ediyordu. Ama avam sadece parasını veriyor yönetimi belirleme eski odakların yönlendirmeleriyle belirleniyordu.

1872 İlk defa gizli oy verme yöntemi getirildi. 1883 daha önce sadece kentlilerin oy vermesini düzenleyen yasaya köylülerin de oy verebileceği ekleniyordu. 1918 kadınlara 30 yaş, erkeklere 21 yaş genel oy hakkı tanınıyordu. 1928 Kadın-erkek oy verme yaşı 21’e çekildi. Parlamento’da temsil edilme şekli kontrol altına alınarak muhalefetin tek bir yapı içinde muhafaza edilip kontrol altında tutulması gerçekleştiriliyordu.

Günümüzde kurumsallaşmış siyasal muhalefetin tanımı: ”Belirli bir siyasal zaman biriminde, güdülen amaçları ve kullanılması düşünülen eylem ve stratejilerin uygulanmasının engelleyeceğine inanılan siyasal iktidara karşı olma rolü.” tarzında yapılıyor. Burada dikkate alınması gereken husus bu muhalefete öngörülen işlev çerçevesinde, kurumsal ve kuralsal olarak biçimlenmesi durumudur. Bu onu içinde oluştuğu sistemden varlığını devam ettiren durumunda kalarak, etkisizleşmesine sebep olmaktadır. Tanımın da çağrıştırdığı gibi bu bir oyun halindedir.

Parlamenter sistemlerdeki siyasi muhalefeti anlaşılma kolaylığı sağlaması açısından özelliklerine göre guruplara ayırırsak:
1. sistem içi muhalefet A, sisteme karşı olmayıp suiistimal ve hatalı uygulamaları işaret eden, sistemin daha fonksiyonel ve doğru çalışmasını sağlamak için yapılan muhalefet. Bu guruba siyasal partiler, STK biçimindeki yapılar ve örgütler girerler.

2. sistem içi muhalefet B, sisteme karşı olup da meşruiyetini ondan alarak ona karşı muhalefet yapma durumu. Günümüzde geçmişte kalmaya başlayan sosyalist ve komünist parti ve örgütler.

3. sistem dışı – sisteme karşı muhalefet. Bu muhalefet şeklinde sistemin meşruiyetini kabul etmeyen kendisini onun dışında tutma gayreti içinde olan muhalefet şekli olarak tür bakımından bölümlere ayrılabilir.

Sistem içi muhalefet sistemce meşru sayılan ya da sayılmayan amaçlara, yine aynı sisten içinde kalarak sağlanabilen meşru araçlarla ve kabul edilebilir stratejilerle ulaşma çabası içindedir. Birinci ve ikinci tür muhalefetin aynı sistem içinde onu benimseyerek, benimser gözükerek ya da benimsemeye zorlanarak muhalefet yapması onun siyasal sistem açısından meşru kabul edilmesini sağlamaktadır.

Fikri farklılıklar, çıkar ve değer çatışmalarından, siyasal sistemin yetersizliği veya işlev bozukluklarından, dış çevrelerin etkilerinden kaynaklanan bu tür muhalefet sistem içi muhalefetin sebepleri olarak sıralanabilir.

Sistem içi gerçekleştirilen bu muhalefet; siyasal iktidarın yönetilenlerce denetlenmesine, çeşitli çıkarların temsiliyle yönetilenlerin kararlara, bir manada yasamaya da katılımlarının sağlanmasına, siyasal sistemin kalabalıkların duyarlılıklarına karşı hassas hale getirilmesine ve güçlenmesine katkı yapacaktır. Bu manada muhalefet parlamento hâkimiyetinin güçlenmesini sağlayacaktır.

Aslında tüm bu yukarda sayılanlar muhalefetin kurumsallaştırılmasıyla sistemin ondan beklediği faydalar olarak da anlaşılabilir. Sistem meşru olarak kabullendiği muhalefet yapısı bu manada sistemin kendi sağlıklılığını pekiştirecek etkiye haiz ise, devamını sağlamaya dair kabuller içeriyorsa, yasal sayılmaktadır. Bunlar parlamenter sistemlerdeki kurumsallaşmış muhalefete yöneltilen eleştirilerin bir kısmıdır.

Üçüncü tür muhalefetin dünyada gittikçe yaygınlaşması sistem içi 1. Ve 2. Tür muhalefette işlev bozukluğunun varlığına işaret etmektedir. Bunun sonucu olarak sistemlerin meşru kabullenme konusundaki dayatmacı duruşlarını değiştirmek zorunda kalacakları kestirilebilir. Parlamenter sistemlerin bu çizgide sistem dışı muhalefeti cesaretlendirici adımlar atması, onlara insiyatif alanları oluşturması beklenebilir.

Parlamenter sistemlerde muhalefetin durumu
Parlamenter sistemlerde varlık, bolluk ve teknoloji kullanımının artmaya devam ettiği süreçte muhalefet üretme potansiyelindeki ideolojiler ıskartaya çıkmış durumdadır. Toplumun birey haline indirgendiği ölçme-değerlendirme kapasitesinin yönlendirildiği modern zamanda, sistem içi muhalefet olanakları zayıflamaktadır.

Parlamenter sistemlerde yasal partilerin devlet mekanizmalarıyla bütünleşmesi parlamento içi muhalefetin duruşunu net biçimde sürdürmesini imkânsız kılmaktadır. Partiler bir zamanlar çıkar gurupları olarak örgütlenirken ve bu ortak paydayla muhalefet yaparken anayasal olarak tanınıp yasal ayrıcalıklar elde edince muhalif olma niteliklerini kaybetmeye başlamışlardır.

Hükümetlerin ekonomi ve sosyal güvenliği devlet yapısı içinde ve denetiminde tutması hayatı idame, mal ve can kaygusu oluşturarak kendisine karşı oluşu etkisizleştirme ve tasfiye girişimleri önü alınamaz şekilde artmakta bu muhalefeti etkisizleştirmektedir.

Hükümetlerin gittikçe daha fazla uzman görüş ve önerilere başvurması yönetim araçlarını ve imkânlarını tam olarak inisiyatifinde kullanması muhalefetin bunlardan yoksunluğu onu etkisizleştirmektedir.

Hükümetlerin uzun dönem planlama aracılığıyla birkaç yasama dönemini kapsar şekilde bütçelerden kaynak sağlanması, iktidara gelse bile muhalefetin hareket alanını kısıtlamakta ona manevra yapacak yer bırakmamaktadır.
Parlamenter sistemlerde muhalefet, partiler blokunun ya da kartelinin uzun süre ile iktidarı elinde bulundurduğu durumlarda çok güçleşmiştir. Bu çaresiz durum parlamento dışı denetim ve yoklama ögeleri oluşturma gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Parlamento dışı muhalefetin arkasındaki itici güç stk formundaki yapılarla gözlem altında tutulmaya çalışılmakta, disipline edilmekte kontrollü bir şekilde yönlendirilmektedir.

Parlamento dışı muhalefetler yönetim yapısına radikal bir düşmanlık göstermedikleri, onun meşruiyetini tartışmaya açmadıkları sürece sınırlı bir itaatsizliğe davetleri zaman zaman hoşgörüyle karşılanmıştır. Bunun aksi durumlarda yönetimler kurumsallaşmış siyasal muhalefete meşruiyet tanımamaktadırlar.

huseyinpehlivan@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir