Cahiliyyenin Modern/Çağdaş Yüzü

Yazıyı Paylaş

Kavramlar düşüncenin ve hayatı okuma biçiminin yapı taşlarıdır. Varlığa, eşyaya, hayata, insan ilişkilerine, siyasete dair bir anlam dünyası ve yaşam biçimi oluşturmak için kavramlar üretilir ve bunun üzerinden hayat inşa edilir.

Hayatı inşa eden, istikamet belirleyen, bâtılı tanımlayarak sakındırıp hakikate yönlendiren ve akîbetlerin hayır olmasına dönük işlevleri olan Kur’an’i kavramların doğru anlaşılması hayati öneme sahiptir. Allah, yoktan var ettiği varlık alemine hükmeden-düzenleyen ve her an/her daim yaratmakta (55/29) olan bir ilah olduğu gibi, imtihana tabi tutmayı murad ettiği insanların da nasıl düşünmesi-inanması-yaşaması gerektiğini bilen-belirleyen-bildiren-emreden bir ilahtır.

Yaratılışımızın nedeni imtihan edilmektir(67/2), insanlığın varoluşundan son saate kadar denenmeye tabi tutulacağı ve denenme konusunun kulluk-tuğyan, tevhid-şirk, iman-küfür, salihat-seyyie, adalet-zulüm, cahiliye-hakikat üzerinden yapılacağı ve bunların neliği-nasıllığı konusunun da ilahi vahiyle ve imtihana tabi tutulacak insan tekinin kendi türünden seçilen elçilerle bildirildiği, buna göre akıbetin ne/nasıl olacağına dönük seçimin imtihana mebni olarak insana bırakıldığı gerçeğidir.

İnsanlığa gönderilmiş bütün vahiylerin özü ve sonu olan Kur’an’ın yarısına tekabul eden peygamber kıssalarının aktarılışındaki hikmeti şöyle okuyabiliriz; kıssaların konusu-içeriği-mesajı hayatın düşünsel-eylemsel bütün alanlarını kapsayan/kuşatan imtihan çeşitlerini kapsaması, hayatın saha/safhalarına dönük yaşanmış-yaşanılabilir-yaşanılabilecek örneklerle ve ibretlerle dolu olması, anlatımlarını insan olan nebiler ve onlara itiraz eden “insan” olan sapkınlar üzerinden aktarması insan tekinin hem ikna olmasına hem şimdiye taşınılabilir olacağı gerçeğine hem de kaçınılmaz akıbetlere yönelik uyarılardır. İnsanlığın imtihanı ve aidiyetler üzerinden mücadele nedeni şöyle özetlenebilir; kıssaların öznesi olan nebilerin ve onlara itiraz eden inkârcıların mücadelesinin temel noktası, yeryüzünde hayatı-hayat tarzını, hayatın işleyişini (bireysel-toplumsal-siyasal) Allah mı? İnsan mı? bilecek-belirleyecek-önerecek-emredecek, bütün mesele bu sorudan ya da kabulden kaynaklı olduğu-olacağı hakikatidir.

Cahil ve cahiliye kavramları
Kur’an’ın cahil tanımı; cehl kökünden gelen 24 kullanımın, 20’sinin farklı kalıplarda, 4’ünün ise doğrudan cahiliyye olarak geçtiğini görürüz. Cahiliye tanımına yönelik dört ayet şöyledir: 1. Zann’el-Cahiliyye/Cahiliye Zannı/bilgi kaynağının değersizliği (3/154) 2. Hükm’el-Cahiliyye/Cahiliye hükmü/zulüm-zillet düzeni (Maide 5/50) 3. Hamiyyet’el-Cahiliyye/Cahiliye Taassubu/gurur ve soy asabiyeti (48/26) 4. Teberruc’el-Cahiliyye/Cahiliye taşkınlığı/süslerini açığa vurma (33/33).

Goldziher (ö.1921); cehl’i ilm’in değil, hilm’in zıddı olarak yorumlarken,Toshihiko Izutsu (ö.1993) ise cehl’in fiili tezahürünün zulüm olduğunu söylemektedir. Büyük Arap dil âlimi Ragıp el-İsfehanî (ö.1033) cahiliye kavramına 3 temel anlam verir: 1- İnsanın ilimden ve bilgiden yoksun olması. Bu zaten cahilin en temel ve en bilinen manasıdır; İsfehanî’de bundan dolayı bu manayı ilk sıraya yazmıştır. 2- Gerçek olmayan, hakikat ile alakası olmayan bir şeye gerçekmiş gibi inanmak. 3- Bir şeye hak ettiğinden öte, hak ettiğinden fazla ya da az değer vermektir. Sözlüklerde; ‘’cehl’’ kökünden türetilen cahil kavramına verilen genel anlam; ilm’in zıddı olarak, bilgisiz ve bilgiden mahrum olma şeklindedir. Aslında bu tanım eksik ve Kur’an’ın bütünsel cahiliye yüklemini resmetmeyen bir tanımdır. ‘’Gavurun aklı olsa müslüman olur’’ deyiminden hareketle nice bilim dallarında yetkin-bilgili olan proflar/akademisyenler/mucitler bilginin/hakikatin mutlak kaynağı olan ve yaratılış gayesini-gerçeğini bildiren, kevni ve hitabi/kitabi ayetleriyle varlık alemini ve onun nadidesi olan inasanı tanımlayan vahiyden bihaber ya da kör inatlarıyla gerçeği örten kafirler ve mutlak pişmanlık içinde olacak olan CAHİLLERDEN olmazlardı!!.

Ayetlerdeki içerik yüklemine bakıldığında; bilgi kaynağının değersizliği, zanniliği, yüzeysel düşünüş, isyan/tuğyan ve bunu diğer insanlara digta etmek olan tağutlaşmak, Allah’ı ve ahiret gününü yalanlamak, putperestlik, körlük/sağırlık/fıkhedememezlik, zorbalık, şirkin sonucu olan zulüm, meşru olarak kullanılmayan haz/şehvet ve kibir-gurur-müstağnileşme vurguları ağır basmaktadır. Olumsuzlanan ve şiddetle sakınılması gerektiği emredilen cahiliyeye karşılık önerilen-emredilen ise; vahiy/kat-i delil, teslimiyet, fıkhetmek/akletmek, hikmet, yaratıcıya mutlak/şeriksiz kulluk, itaat, tevazuu, ihsan, adalet-kısd, tövbe ve halimliktir.

‘’Cehl’’ kavramının yükleminde/vurgusunda kişi(lik) olarak cahil, siyasal/sosyal/ekonomik hayat tarzı olarak cahiliye ilişkisi kurulmakta ve bunun karşılığına Müslim kul ve İslam ümmeti ilişkisi konmaktadır. Cahiliye; hem bireysel bir tavrı hem de toplumsal/yönetsel bir yapıyı/düzeni içine alan kuşatıcılığı ifade eder.

Literatürde; ‘’cahiliye’’ tanımı; genel olarak modern öncesi insan ve topluluklar, geleneksel, arkaik, cahil olarak niteleniyor ve tarih dışı addediliyor, özelde ise; İslam öncesi Arap putperestliğine-ilkelliğine-kabalığına-bedeviliğine-cehaletine ve hülasa ‘’cahiliye devri’’ne gönderme yapılmakta ve yaşanılan çağdan bağımsız tutulmaktadır. Bu da aslında içinde tarihsel doğruları barındırmakla beraber çok eksik ve hatta yanlı/gerçekliği gizleyen bir tanımlamadır. Kur’an’ın tanımına göre cahil-cahiliye; hem İslam öncesi kişisel-toplumsal tutum alışı hem de kıyamete kadar dinulkayyım olan İslama karşı kişisel ve toplumsal tutum alışı ifade etmektedir. Yani en genel anlamıyla cahil-cahiliye; İslam dışı kişisel/toplumsal/siyasal bir tutum alıştır.

“Arap cahiliyesi”nden “modern cahiliye”ye uzanan çizgide insanlık hep hüsrandadır
Risalet öncesi cahiliye insanının bilgi kaynağı; kabile asabiyesi, atalar yolu, gelenekler ve Eyyam-ül Arap’dır. Cahiliye adamı bu bilginin ve değerlerin dışında başka şeye önem vermezdi. Davranışlarını ona göre ayarlar, ilişkilerini de ona göre kurardı. Onun için otorite, kavmiydi. Onun kavmi diğerlerinden üstündü. Dolayısıyla kavmi dışında başka bir yapıya bağlılık göstermez, başka bir otoriteye itaat etmezdi. Cahiliye toplumu bu nedenle cahili bilgi ve ilkeler üzerine bina edilmiş bir yaşam biçimi ve siyasi ve toplumsal bir yaşam tarzıdır. Bu nedenle cahilliye kişisel bir sıfat olduğu gibi cahiliye inanışlarından oluşan toplumsal bir evreyi de kapsamaktadır.

İslam öncesi Araplar; Arabistan yarımadası üç kıtanın kavşağında yer alması ve ticaretin ön planda bulunması sebebiyle dünyanın her tarafıyla kolay ilişki kurabilen, bağımsız kabileler hâlinde yaşayan, Hicaz ve Yemen’de bazı şehirler kuran, nufus yoğunluğu olarak göçebe yaşayan, Hicaz’ın üç önemli şehri Mekke, Yesrib (Medine) ve Tâif’te yerleşik olan, kabileler arasında kan davası ve savaşı eksik olmayan, yılın dört ayında buna ara veren ve bu aylarda güvenlik sorunu en aza indiği için ticari faaliyetlerini/panayırlarını zirveye taşıyabilen, uluslar arası ticaret yapabilen, Kureyşlilerin ayrıcalıklarından dolayı yılın her mevsiminde diledikleri yere gidebilmelerine zamanın iki süper gücü olan Bizans ve İran’dan izinli olan, sözlü aktarımı, şiiri/edebiyatı olan, dini rantiye olarak kullandıkları Kabe’ye sahiplik eden, putperestliğin merkezi (öne çıkan 360 put)olmasının yanısıra Musevîlik, Hıristiyanlık, Mecusîlik (ateşe tapınmak) ve Sabiîlik gibi dinlere de tâbi olanların yaşadığı bir coğrafyadır, bir de Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dine inanan çok az sayıda “Hanîf” olduğunu ilave edelim.

Arap cahiliyesinin özellikleri; cömertlik, konukseverlik(Hilfü’l-fudûl örneğinin de gösterdiği gibi İslam öncesi Arap toplumunda da fazilet sahibi insanların ve güzel ahlâkî değerlerin bulunabildiği), sözünde durma, düşmanları bile olsa kendilerine sığınanları himaye etme, hürriyete düşkünlük, kabile geleneğinin ürettiği kurallara uyma, cesaret gibi hasletlerinin yanısıra, putlara tapmak (cahiliye arapları Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlar; onların Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanırlardı(39/3), içki mütelalığı, kumar alışkanlığı, faiz/tefecilik, fuhşun yaygın oluşu, kız çocuklarının öldürülmesi (en korkunç cahiliye âdeti bu idi, namuslarına halel getirmemek, sakat ve çirkin kız çocukların getirisi olmayacağı kabulü v.s 16/58-59-43/17-81/8-9), kavmiyetçilik (genel olarak arube/arapçılık ve özel olarak soy-sop-kabile ve Kureyş asabiyeliğidir.

“Arap cahiliyesi”nden “modern cahiliye”ye ayniliklerin yanısıra çeşitliliğin arttığı gerçeği
Kur’an’ın cahil-cahiliye tanımını; İslam öncesi, İslam dışı, bilgiye duyarsızlık/bilgiden yoksun olma, hakikate karşı bilerek tutum alış şeklindedir, dolayısıyla cahiliye her ne sebep ile olursa olsun İslama karşı bir tutum alıştır şeklinde özetlenebilir, buradan hareketle kırsalda yaşayan ile şehirlerde yaşayan, ‘’kitap yüklü’’ bilgi sahipleriyle bilgiye duyarsız olanların tartışılmaz ortak paydaları yaratılış gayesini-gerçeğini göz ardı ederek karşı tutum alışlarıdır. Eski ve yeni cahiliye’nin değişmeyen özellikleri; insan dürtüleriyle, korkularıyla, beklentileriyle, aceleciliğiyle, nankörlüğüyle, hazcılığıyla, nisyanıyla, fücur ve takva yüklemiyle hep aynı insandır, değişenler şartlar, mekanlar, araç-gereçler/eşyalar, aldatıcı ve ayartıcıların çeşitlendiği ve de çok hızlı etkileşime maruz kalındığı gerçeğidir, bu hızlı etkileşim-iletişim doğruyu bulmada da batıla yönelmede de geçerlidir, tabi ki, etkileşim-iletişim araçlarını kim(ler) daha fazla kullanıyorsa ve hükmediyorsa etkilenmenin ibresi oraya dönmektedir.

Sözlüklerde modern/çağdaş tanımı; ‘’düşüncedeki açıklık, özgürlük, otoritelerden bağımsızlık ve en yeni ve en son dile getirilmiş düşünceler üzerine bilgi anlamına gelen sıfat’’ ‘’içinde bulunulan zamana, ça¬ğa, güne uygun olan; asrı, çağdaş, çağcıi, ye¬ni’’ ‘’batıya, avrupa’ya uygun, batılı’’ ‘’kök¬süz, geleneksiz, devamsız’’ şeklinde ifade edilmektedir.

Modern; genellikle birşeyin “yeni” ve “güncel’’ olduğunu ifade etmek için kullanılır. Kelime ilk olarak 16. yüzyılda kullanılmıştır. Modernizm, aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal projenin adıdır. Aydınlanma ise, inanca karşı bilgiyi, teolojiye karşı bilimi ön plana alan bir düşünce sistemidir. Felsefi gücünü 18.yüzyıl Aydınlanma felsefesi’nden alan modernite, aklı ve insanı merkez olarak belirler, toplumsal yaşamı rasyonalize eder, dini toplumsal yaşamda arka plana iter ve laikliği ilke olarak benimser. Öznenin ve özgürlük fikrinin yaygınlaşıp güçlenmesi ve bunların tüm siyasal ve felsefi düşüncenin merkezi durumuna gelmesiyle anlamını bulur. Ayrıca terimin gelişen anlamlarının, 18. ve 19. yüzyılların keşifleri ve buluşlarıyla da ilişkili olarak boyut kazanmış olduğunu da belirtmek gerekir. Özet olarak modernite, düşünsel olarak Aydınlanma Çağı’na, politik olarak Fransız Devrimi’ne ve ekonomik olarak da Sanayi Devrimi’ne bağlıdır. Modern; genel anlamda din ve gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimi ifade eder.

Modern/modernite/modernizm’in hayata yansıyan karşılığı ladini, sekülerizm, bireycilik, hazcılık, egoizm, sınırsız-sorumsuz-doyumsuz bir hayat tasavvurudur ve buradan hareketle CAHİLİYE’nin ta kendisidir. İşte bu tasavvurun üreteceği bireysel-toplumsal-ekonomik-siyasal hayatın paradigması hevanın ilahlaştırılması, değersizlik, ahlaksızlık, adaletsizlik, paylaşımsızlık, zulümat, sömürü, sınırsız-sorumsuz-doyumsuz bir hayatın inşasıdır. İslam öncesi arap cahiliyesinde var olan insan onuruna, kadın onuruna, adelete aykırı ne var ise bunlara taş çıkartacak hertürlü azgınlık-sapkınlık modern/çağdaş cahiliyede çeşitliliğini artırarak yaşanmaktadır. Kölelik düzeninin çağdaş versiyonu olan kapitalizmin sömürdüğü proletaryası, Arap cahiliyesinde bir avuç zorba azınlığın çıkarına hizmet eden ribâ/faiz uygulamasının izdüşümü olan modern kapitalist düzenin zulüm çarkını döndüren ana unsur haline gelmesi, kadının meta olarak kullanılması ve dişiliğinin sömürülmesi, kız çocuklarının öldürülmesi sapkınlığına karşın kız-erkek farketmeksizin modern cinayet olan kürtajın yaygınlaşması, kabile savaşlarına karşın -insan kaybı açısından- kıyası mümkün olmayan modern ulusların savaşımı, teknolojik ölüm makinaları nedeniyle arap cahiliyesinde ve onların çağdaşı olan bütün yeryüzünde onyıllarda olabilecek ölümlerin modern cahiliyede ongünlerde olabilmesi, azgınca kazanma hırsından dolayı ekolojik felaketin artması, ekinin ve neslin ifsadı, özetle; İslamiyet’ten önceki cahiliye dönemine ait her türlü kirlilik ve sapkınlığın modern izdüşümlerinin fazlasıyla yaşandığı bir “modern/çağdaş cahiliye” uygulaması ile insanlık karşı karşıyadır.

Erdinç Şumnu’nun dediği gibi ‘’Doğrular her çağda çağdaştır. Her çağ doğrularla çağdaş değildir’’ Tarihin her döneminde hevasını ilahlaştıran bütün zorbalar, hegemonyasını sürdürmeye çalışan bütün yönetimler çarklarının devamı için halklara yönelik kimi aldatıcı/ayartıcı söylemlerde bulunmuştur, kimi zaman kralların azizliği ve tanrı tarafından seçilmişliği , kimi zaman hanedanların kutsiyeti, kimi zaman sınıf-soy tapıcılığı, şimdiki modern zamanlarda olduğu gibi ‘’insan hakları/özgürlük/eşitlik/demokrasi’’ kavramlarıyla kitleleri yönlendirmeye-yönetmeye çalışmaktadırlar. Aldatıcı/ayartıcı söylemler çoğu zaman ‘’sürü psikolojisiyle’’ yaşayan kitleler üzerinde etkili olmuş ve zincirlerin sahiplerine teşekkür sadedinde destekler sunulmuştur.

Modern/çağdaş cahiliyenin kitleleri uyutan-aldatıcı-makyajlı söylemleri
Modern kavramların ve ideolojilerin üretimi batı kaynaklıdır (insan hakları-kadın hakları, özgürlük, hümanizm, rasyonalizm, sekülerizm/laisizm, kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, ulusçuluk, demokrasi v.b), bu üretimler kağıt üzerinde/teorik şekliyle bile fıtri olmaktan çok uzak olduğu gerçeğinin yanısıra, pratikteki karşılığı teorisine ‘’rahmet’’ okutturacak şekilde ayrımcılığı, adaletsizliği/zulümatı, sefaleti-sefihliği, sömürüyü, hedonizmi, egoizmi, pesimizmi, vahşetleri/soykırımları, kısaca insan onurunu hiçe indirgeyen zilleti-zelilliği hayata taşımışlardır. Yeryüzüne bugünden geriye dönüp baktığımızda yaşanan pratikler/acımasızlıklar bu söylediklerimizin apaçık delilleridir.

Batılı düşünürlerin duayeni-selefi olan Aristo ve Eflatun’un “Doğa insanlardan bir bölümünü köle bir bölümünü özgür yaratır’’ demelerinin arkasında, kölelerin önemsiz ağır işlerin yükümlülük ve güçlüklerini yüklenmeleri, özgürlerin de ahlak, sanat, şiir, müzik, uygarlık, siyasi ve ekonomi gibi yüce işlerle uğraşmaları gerektiği kabulü/algısı günümüze kadar süregelen batı zihnini özetlemektedir. Yani batılının gözünde iki insan türü vardır/olmalıdır, batılı insan seçilmiştir!-özgürdür-dominanttır-öznedir-müstağnidir-üretkendir-buyurgandır ve bunun dışında kalan insancıklarda batılıya hizmet ile memurdur ve de bunun için vardır/var olmalıdır!.

Batının “insan” tanımı genel değil özeldir, “insan hakları yoktur. ‘hak’, beyaz/batılı adam’ın göbek adıdır.” sözü batı için insan tanımının pratik sonucunu özetlemektedir, yani batı insan/insan hakları derken, özgürlükler ve paylaşım derken -pratikte- kendini kastetmektedir, sorumsuz/sınırsız bir hayatı sürebilmek için kendi cinsinden olan insan tekini hiçbir sınır/ölçü tanımadan kâh hile ile kâh zor kullanarak sömürmekte ve öldürmektedir. Batı; vahşidir, korkaktır, kalleştir, hazcıdır, egoistir, çıkarcıdır, makyevalisttir, pragmatisttir, çok yüzlüdür ve bunun için özgürlük-demokrasi-insan hakları gibi maskelerle kıyımlarını sürdürmektedir. Batı; insani değildir, insana ve insani değerlere küstahtır, geçmişi soygun, talan, yağma, kıyım, barbarlık olan hayvani sabıkalarını ayniyle ve çok yüzlü maskeleriyle devam ettiren alçalmışlar güruhudur. Batı; şeytanidir, fitneye/fesada ayarlıdır, düşmanlarını birbirlerine düşürerek zayıflatır ve sömürü çarkını ustalıkla işletir.

Batı; Pavlus’un ürettiği hıristiyanlık din’ini kilise aracılığıyla baskı ve sömürü için kullanmış, engizisyon mahkemeleriyle ve akla ziyan işkenceci vahşetleriyle asırlarca kan kusturmuş, sonra da uydurduğu din’i kiliseye hapsederek kullanmaya devam etmiştir. Batı, hangi alana el atmışsa buradan zulüm ve vahşet üretmiş ve de sabıkalalarla dolu kapkara tarihi günümüze kadar gelmiştir ve halen de caridir. İnsani değerleri zelil hale getiren ne kadar siyasal, ideolojik, ekonomik, teknolojik üretim varsa hepsi sömürüye/zulme endekslidir, batılı prototip hayata pragmatist, egoist, hedonist, materyalist, çok yüzlü, sömürgeci, kapitalist gözlerle bakar, insanı bayağılaştıran bütün izmlerin banisidir, modernizm ve en aldatıcı/yıkıcı olan postmodernizm, ölü sevicilik, kadını kişilikten dişiliğe indirgeme ve sayısızca sapkınlık onların ürünüdür, ahirette azabı ve dünya hayatında adaletsizliği celbeden düşünsel ve eylemsel her ne üretim varsa batı zihninden neşet etmiştir. Batı; kendi hegemonyasına hizmet etmesi için kavramlar üretir ve albenili paketler halinde satışa sunar, tanımaz tanımlar, iletişimi ve propagandayı şeytanice kullanır, algıları yönetir, hem katildir hem de maktülün yanında poz verir, köleleştirdiği yığınlara “özgürlük şarkısı!” bestelettirir, bazen havuç ile bazen sopa ile sömürgeciliğini sürdürür. Dillerine pelesenk ettikleri demokrasi ve özgürlüğün sınırı çıkarlarıyla/çarklarıyla doğru orantılıdır, (Benjamin Franklin’in ‘’Demokrasi, iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. Özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır.’’ şeklinde pratik karşılığını özetlediği gibi) onlar için seçimle gelen Mursi hasımdır, darbe ile ge(tiri)len Sisi hısımdır. Onların gözünde ikibin ikiyüz Gazze’linin vahşice katledilmesi, yüzbinlerce Suriye’linin öldürülmesi, Arakanlı müslümanların soykırıma tâbi tutulmasının karşılığı ya da değeri bir batılı insan etmemektedir.
Batı; gelinen noktada coğrafi sınırlarla sınırlandırılamaz, yani batı zihni yeryüzünün tümünü kuşatmıştır, buradan hareketle Çin’de, Rusya’da, Japonya’da, Hindistan’da dahil neredeyse bütün bir yeryüzü (özeliikle yönetimsel olarak) “batı” olmuştur, artık düşünsel üretimler, ekonomik yönelişler, siyasal vurgular, hayat tarzları “batı”lılaşmış ve paradigmalar değişmiş ve “batı”ya evrilmiştir.

Demokrasi söylemi ve doğurduğu sonuçlar; kurallarını güç/para sahibi elitlerin koyduğu ve sınırlarını çarklarıyla uyumlu çizdikleri, seçileceklerin söylemlerini ve durmaları gereken yerleri belirledikleri, 4-5 yılda bir kurulan sandıklarla kitlelerin önüne ‘’özgür tercih/seçim’’ denilen tiyatral oyunun sahnelenmesidir DEMOKRASİ. Yeryüzü ölçeğinde demokrasinin üzerine inşa edildiği temel seküler kalkış noktalıdır, din-mutlak-dogma-değiştirilemez ölçütler, seküler temelli demokrasiler tarafından reddedilmekte ve hatta insan aklını sınırladığı, özgürlükleri daralttığı, yaşam tarzına yönelik seçimlerini/ tercihlerini bitirdiği savıyla ‘’din tasavvuru’’ marjinalliğe mahkum edilmesi gereken düşman ilan edilmektedir.

Ayrıca hayatın tümüne (siyasi-sosyal-ekonomi) müdahil olduğu gerçeği üzerinden yürürlükte olan tek ilahi din olan İslam’a yönelik seküler dünyanın toleransı/izni Kanada’lı bir prof’un F. Gülen tarafından yansıtılan din tasavvuruna yönelik şu veciz! tespitleriyle kabul görülebileceği ve müsamaha gösterilebileceği gerçeğidir, o da şudur; renksiz-tadsız-tuzsuz-kokusuz ve işlevsiz bir din/islam anlayışı. Yani, din ya hayattan sürgün edilecek ya da renksiz-tadsız-kokusuz ve işlevsiz olarak insanların kalplerine ve bireysel ritüellere hapsedilecek, bunun dışında seküler/demokrat dünyanın İslamdan/müslümanlardan razı olması ve tolere etmesi asla söz konusu değildir ve olmayacaktır. Sözün özü; paradigmalarını ilahi olanı tümüyle yok sayma üzerine inşa eden demokrasi ve diğer beşeri ideolojiler hiçbir şartta ve zeminde vahyin gölgesinde hayatı okuyan müslümanlardan razı olmayacaklar ve her şartta ve zeminde hasım olarak göreceklerdir.

Demokrasi küresel aktörlerin araç olarak kullandığı ve halkları en ikna edici bir yöntem görülerek zulümlerine kılıf olarak makyajladığı, insani değerlerin ve tercihlerin müstekbirler tarafından asla dikkate alınmayacağı, demokrasi/insan hakları gibi söylemlerin halkların önüne atılmış bir kemik mesabesinde olduğu, müstekbir-tağut-zalim ve aşağılık mahluklar için yegane yüce değerin kendi hevaları, hazları, çıkarları, çarkları olduğu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortadadır.

Haklar söylemi ve sonuçları; insan-kadın-çocuk hakları gibi kulağa/göze hoş gelen söylemleri üretenler batı zihnidir ve salt makyaj olarak üretildiğinin ispatı dünyanın geldiği noktadır. ‘’insan hakları yoktur. ‘hak’, batılı beyaz adam’ın göbek adıdır.!!!”

Özetle; cahiliyenin modern/çağdaş yüzü insanı-insani değeri baz al(a)maz, çünkü fıtri olana düşmandır, çünkü hevasını/çıkarını önceleyen bir hayatı gözetmektedir. Modern/çağdaş cahiliye zihninin ‘’yeni’ye’’ yaklaşımı haz-heva-çıkar-ego, din/hesap gününü yok sayma, ölçüsüz/değersiz, sınırsız-sorumsuz-doyumsuz bir hayat felsefesine dayanmaktadır.

Müslümanca aklediş; insanlığın tekamülünü dikkate alan ve buradan kaynaklı yeni/çağdaş üretimlere şabloncu reflekslerle karşı olmayandır, insanlığın yararına yönelik düşünsel/eylemsel/yaşamsal bütün söylemlere/yaklaşımlara ve teknolojik üretimlere ‘’doğru her çağda çağdaştır’’ kalkış noktasından hareketle sahiplenmektir. Müslümanca aklediş; eskimeyen/eskimeyecek yeninin adı olan TEVHİD’e ve ondan neşet eden ilahi öğretiye/hududullah’a muarız olmama/olamaz ölçütüne kilitlenmek ve bu ölçütün hiçbir zaman ‘’ertelen(e)mez/değiş(tirile)mez’’ olduğuna sadakat göstermektir. Müslüman zihninin ‘’yeni’ye’’ yaklaşımı ilahi öğreti merkezli, ölçü-değer endeksli, sınırlı-sorumlu olan ve ‘’dünya ahiretin tarlasıdır’’ gerçekliğinden hareketle din/hesap günününe kilitlenen hayatı okumaya/yaşamaya dayanmaktadır.

Sözün özü: Arap cahiliyesi’nin dip çukurunda yaşayan insanlar, alemlere rahmet olarak gönderilen kutlu Rasûl’ün (s.a.v) muştuladığı hayat bahşeden vahyî gerçeklikle buluşarak, tarihin örnek/izzetli nesli haline nasıl gelmişse; eski cahiliyenin izdüşümü olan modern cahiliye’nin yapay-aldatıcı-ayartıcı ışıltıları altında hüsranlığı-zelilliği-zilleti yaşayan günümüz insanı da, dünyada adalet, izzet, şeref ve ebedi olan ahirette de felahı vadeden vahyi gerçeklikle buluşarak karanlıklardan aydınlığa çıkacaktır.

Yazıyı Paylaş

kemalsongur@tashih.com.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir